Hicret bir aksiyon hareketinin çok ötesinde bir yaşanmışlıktır. Zalimin baskı ve zulümü altında kalan mazlumun, karanlıklar içerisinde yaşadığı dramın sona erdiği, çağları aşan bir devrimin adıdır. Cehaletin ayyuka çıktığı dönemi nur’a gark ederek genelde insanın özelde ise kadın, erkek, çocuk, yaşlı toplumun her kesiminin haklının ve Hakk'ın huzurunda toplanmasını esas alan kudsî öğretilerin talim edildiği ve bu talimlerin “Suffe” ismi ile halka halka sistemleşmeye başlayacağı zamanın adıdır. Benliklerini inanç ekseninde bularak, varlık davasına nokta koyan ve Hak'ta ifna (yok) olan ve bu duruşa sahip oldukları için Nebevî muştu (müjde) ile “Gökteki Yıldızlar…” diye taltif edilen muhterem şahsiyetlerin birlikteliğine vesile olarak devletleşme sürecinin başladığı dönemin adıdır.
İmam Gazali “Kalplerin Keşfi” isimli eserinde hicret sürecini ve öncesini şu şekilde ifade eder: ”Kureyş kafirleri Ashab-ı Kiram’ın hicret edeceğini ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) taraftarlarının arttığını görünce ondan korkmaya başladılar; zira bu taraftarların bir gün onlarla savaşacaklarını biliyorlarlardı. Bunun üzerine Kusay bin Kilab’ın evi olan Dar’un Nedve’de toplandılar. Toplantılar genelde bu evde yapıldığı ve kararlar bu evde alındığı için buraya böyle bir isim vermişlerdi. Kureyşîlerin dışında, kırk yaşına ulaşmamış kişiler bu toplantılara katılamazdı. Ebu Cehil başkanlığında bir cumartesi günü toplandılar. Bundan dolayı da cumartesiye hile ve aldatma günü denildiği rivayet edilir. Necid’li bir ihtiyar kılığına giren İblis de aralarındaydı. İblis’in toplantıya katılması şöyle oldu: Toplantı başlamadan önce ipek cübbeli, gösterişli bir ihtiyar kılığında kapıda beliriverdi. Müşrikler “Bu da kim?” dediler. İblis: ”Necid’liyim. Toplandığınızı duydum; ne konuşacağını ve hangi kararları alacağınızı duymaya geldim. Bu arada birkaç fikir ve tavsiyede bulunabilirim” dedi. “İçeri girebilirsin” dediler. Böylece toplantıya katıldı. İçeride Peygamber Efendimiz (s.a.v) hakkında görüş belirtiyorlardı. Yüz kişiydiler; bir rivayete göre ise on beş kişiydiler. İçlerinden -daha sonra Bedir’de kafir olarak öldürülen- Ebu’l-Buhteri ortaya şöyle bir teklif attı: “Onu demir parmaklıklar ardına hapsedin, üzerine de kapıyı kilitleyin. Sonra daha önce bu şekilde yapılıp da ölen şairler gibi ölmesini bekleyin.” Necidli İhtiyar (iblis) hemen araya girerek şöyle dedi: “Bu fikir isabetli olmaz; Allah’a yemin olsun ki, siz onu demir parmaklıklar ardına hapsederseniz dostları baskın düzenleyerek onu kurtarır; elinizden alırlar. Sonra daha da çoğalarak geri döner ve size galip gelirler. Bu yüzden bence bu görüş isabetli değil, başka bir yol düşünün.”
Esved bin Rabia bin Amr el-Amiri şöyle bir teklifte bulunur: “Onu aramızdan çıkartarak, beldemizden sürgün edelim, istediği yere gitsin. Orada ne yaparsa yapsın, bizi ilgilendirmez.” Necidli (iblis) yine araya girdi ve şöyle dedi: “Yemin olsun ki bu da isabetli bir görüş değildir. Yahu, ne güzel konuştuğunu, çok akıllı olduğunu ve insanların kalbini nasıl fethettiğini görmüyor musunuz? Yemin olsun ki, bunu yaparsanız bir Arap kabilesine yerleşir; sözleriyle oradaki insanları etrafına toplar ve size karşı kışkırtır. Sonra gelir elinizdeki her şeyi sizden alır ve size istediği her şeyi yapar. Başka bir çare düşünün derim.”
Bunun üzerine Ebu Cehil söz alır ve şu görüşü ortaya atar: “Şunu bilin ki benim sizinkilerden çok farklı olan bir görüşüm var: Şöyle düşünüyorum, her kabileden güçlü, atılgan ve cesur bir genç bulacaksınız, her birinin eline keskin bir kılıç vereceksiniz, hepsi birden üzerine atlayıp bir adam vuruyormuş gibi vurarak onu öldürecekler ve ondan sonsuza dek kurtulmuş olacağız. Tüm kabileler suç ortağı olacağı için Abdi Menafoğulları hepsiyle savaşmaya cesaret edemez. Biz de onun diyetini veririz, olay böylece hallolur.” Necidli yine söz alır ve: “Bu görüş çok isabetli, bence tek çıkar yol budur” der. Böylece Peygamber Efendimizi (s.a.v) öldürmek üzere görüş birliğine varıp oradan ayrıldılar. Bu sırada Cebrail Peygamber Efendimize (s.a.v) gelerek: “Bu gece, her zaman yattığın yatağına yatma” dedi. Gece olunca Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) kapısının önünde sessizce toplandılar. Uyuyuncaya kadar onu gözetleyip sonra üzerine çullanacaklardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v) Hz Ali’ye kendi yatağına yatıp uyumasını emretti Hz Ali, Peygamberimizin (s.a.v) cuma ve bayram günlerinde giyeceği yeşil hırkasını üzerine alarak yatağa yattı. Böylece Hz Ali, hayatını ortaya koyarak Peygamberimizi (s.a.v) koruyan ilk kişi oldu. Hatta bu konuda Hz Ali şöyle bir şiir söylemiştir:
Canımla korudum, toprağa basan en hayırlı kişiyi,
Beyt-i Atik’i ve Hacerül Esved’i tavaf edeni,
Allah Resulünü, ki kafirlerin tuzağından korkmuştu,
Gerçekte onu bu tuzaktan Allah korudu,
Allah Resûlü emin olarak sabahladı mağarada,
Yüceler yücesi’nin koruması altında,
Ben, bana yapacaklarını düşünerek geçirdim, geceyi,
Ölüme ve eserate adamıştım, kendimi.
Pusu kurdukları gece Peygamber Efendimiz (s.a.v) kapıdan çıkarak onların yanından geçti. Allah Teala onların gözünden görme duyularını kaldırdığı için hiçbiri onu fark edemedi. Efendimiz (s.a.v) elindeki toprağı onların üzerine attı ve şu ayet-i kerimeleri okudu:
“Yâ Sîn. ﴾1﴿ (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur’an’a andolsun ki sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin. ﴾2-4﴿ Kur’an, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. ﴾5-6﴿ Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler. ﴾7﴿ Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır. ﴾8﴿ Biz onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler. ﴾9﴿ Onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.” (Yasin 1- 9)
Efendimiz (s.a.v) bu ayet-i kerimeleri okuyarak aralarından geçip gitti. Bir müddet sonra biri geldi, orada bekleyenlere: “Burada ne bekliyorsunuz, böyle?’‘ diye sordu. “Muhammed’i bekliyoruz!” dediler. O kişi de: “Allah sizi hayal kırıklığına uğrattı. O sizin aranızdan geçip gitti, bunu yaparken de başınızın üzerine toprak serpti. Başınızın üstündekini görmüyor musunuz?” dedi. Onlar ellerini başlarının üzerine götürdüklerinde başlarındaki toprağı o zaman fark ettiler. Toprağı görünce hemen fırlayıp eve daldılar ve yatakta Peygamberimizin (s.a.v) hırkasına sarılı halde yatan Hz Ali’yi buldular: “İşte Muhammed! Üzerinde hırkası var uyuyor!” Bu düşünce ile sabaha kadar yanında beklediler, sabah olup yataktan Hz Ali kalkınca afalladılar ve “Gece yanımıza gelen adam doğru söylemiş” dediler. Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu:
“Hatırla ki, kafirler seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri yahut seni (yurdundan) çıkarmaları için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Çünkü Allah tuzak kuranların en iyisidir.” bu olaydan sonra Allah Teala, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) Medine’ye hicret etmesine izin verdi.”
Hz.Peygamber (s.a.v) doğup büyüdüğü ve hatıralarını hemen hepsini yaşamış olduğu Mekke'den hicret ederken hüzünlenmişti. Sonraki süreçte Allah Azze ve celle ona Mekke'nin fethini müjdelemişti. İşte bu teslim oluşun neticesi halip olan Allah'ın kulu ve elçisi Nebiyi zişan Efendimiz’i (s.a.v) mutmain eylemesiyle nihayetlenmiştir. Cenab-ı Hak bu aksiyon (hareket) ile Mekke’yi ve Kabe’yi ulvî kılan sahabeyi kiramın eşsiz güzellikleriyle Peygamberini (s.a.v) desteklemiştir. Ayrıca Bedir de görünmez ordularla desteklemiştir.
Evet, bu kudsî yol, yolcu ve yolculuk İslam'ın değerlerine dair birçok hücceti (delil) içerisinde barındıran adına hicret dediğimiz çağları aşan ulvî yönelişin ismidir. Şunu unutmayalım ki bizler de ancak Hakk'ın rızasına dönük aksiyonerliğimiz neticesinde ve Resulullah (s.a.v) ile onun güzide ashabının yolundan yürüyerek muvaffak olabiliriz. Çünkü bunun bir sonucu olarak Allahımız bizden razı olacak ve bize nusret (yardım) edecektir. Her türlü işgal ve insanlık dışı muameleler altında inim inim inleyen müslüman coğrafyalar da huzura kavuşacaktır.
Selam ve dua ile…