Kıymetli okurlarım bu hafta sizlerle Sivil Toplum Kuruluşları toplantısında yaptığım bir konuşmayı paylaşıp beğenilerinize sunmak istiyorum.
TÜRKİYE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI TOPLANTISI KONUŞMAMDIR
Sayın Hazirun STK’ nın Değerli Üyeleri
Konuşmama yabancı bir düşünürün şu sözüyle başlamak istiyorum “Bu gün dünyayı Sivil Toplum Kuruluşları yani Gönüllü Kuruluşlar ile Uluslararası Küresel Firmalar yani Holdingler yönetiyor”.
Sivil toplumculuk yeni değimiyle sivil toplum aktivistliği bilinci denince önce ve her şeyden önce akla gelen ülkemizin, milletimizin ve insanlığın sorunlarına karşı aymazlığın aksine duyarlılık, sorumluluk ve bu yolda gösterilen diriliktir. Bu bilince sahip sizleri ve yol arkadaşlarınızı gönülden tebrik ediyor teşekkür ediyorum.
Toplumsal bilincin gelişmişliğine ülkeler bazında en güzel iki örnek 1) İsviçre 2) İsveç’tir. O kadar ki bu ülkelerin nüfusunun 5 katı kadar nüfus derneklere, vakıflara ve de birliklere üyedir. Açıkçası bu, bir kişinin 4-5 dernek v.s. üye olması demektir.
Dernek vakıf ve birliklerin ne kadar önemli olduğunu size en bariz bir örnekle dile getirmek isterim: Yahudi para babası George SOROS’un kurup yönettiği (Açık Toplum Enstitüsü Yardım Vakfı-OSİAF) vakfıyla el altından yerli işbirlikçilere verdiği paralarla Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan’da adı “turuncu”ya “gül”e çıkan devrimler yaptırarak iktidarları alaşağı edebiliyor.
Bakınız nerede sivil toplum kuruluşları gelişmiş ve güçlü ise orada (Katılımcı) “Demokrasi, İnsan Hakları, Hukukun Üstünlüğü, Ekonomik Özgürlük”ler o kadar gelişmiştir.
Ankara “Asılsız Ermeni Soykırımı Derneği” (Gen.Bşk) ile Keçiören Yerel Gazeteciler Dernekleri temsilcisi olarak ayrıca şunu da vurgulamak isterim: Genelde gazeteler, özelde biz gazeteciler olarak aykırı düşünmeyi ve soru sormayı severiz. Adetimiz kurusun aykırı düşünmek ve soru sormak huyumuzdur. Esasen her gazetecide biraz bu ilkecilik vardır. Ünlü bir şairimizin dediklerini kendimize uyarlayarak söylersek “Sen yazmazsan ben yazmazsam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa”. Şuna inanıyorum ki ,eğer sivil toplum kuruluşları bilinçli bir şekilde tepki gösterseydiler ülkemiz bu gün Ortadoğu bataklığına sürüklenmeyecekti…
Bu gün bölücülüğün geldiği seviyeyi görüyorsunuz. Ülke bölünme noktasına getirildi. Ama Türkiye sivil toplum kuruluşları “Akıl tutulması-Kan tutulması” na uğramışçasına gık’ları çıkmıyor Dolayısıyla dış güçler içeride müsait ortam bulunca “Holivut kovboyları” veya “Sömürge valisi” edasıyla gözlerimizin içine baka baka “Sizi böleceğiz” diyorlar. Bu durum bize, Osmanlı Devletinin son dönemlerini veya Kurtuluş Savaşının sosyo-psikolojik ortamını hatırlatıyor. Anlı şanlı sömürge kafalı aydın çömezler bile “ABD veya İngiliz mandası” nı savunuyorlardı. Ama başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Kazım Karabekir, Mareşal Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü gibi kurtuluş savaşı önderleri ülkenin düşmanlardan kurtulması için “O ölüm kalım günleri” nde gece gündüz demeden çalıştılar. Mesela M.Akif Beyi ele alalım. İl il, belde belde gezip halka camilerde vaaz ederek halkı savaşa hazırlıyordu. O kadar ki Mustafa Kemal Atatürk bile Balıkesir Zağnos Paşa camiinde minbere çıkıp Türk Halkının hakkı olan bağımsızlığının, dini-milli vazgeçilmezliğini anlatmıştır. Kurtuluş Savaşına katılmayan sadece iki din adamı vardır. Bunlardan birisi hatta en haini İskilipli Atıf Hocadır. Zira başkanı olduğu “İslami Teali Cemiyeti” vasıtasıyla Kurtuluş Savaşı ve Önderleri aleyhinde bildiri bastırıp Yunan uçaklarıyla Ege Bölgesi halkına dağıtıyorlar, Bediuzaman Saidi Nursi ise İstanbul’dan çıkmayarak Lüks Çamlıca Otelinde ense yapmıştır. Öyle ye 1919’den 1922 sonuna kadar 3-4 yıl nerede ve ne yapıyorlardı bu adamlar.
Sivil toplum kuruluşlarının önemini uhrevi yönden de ne kadar önemli olduğunu, kurucuları arasında Peygamber Efendimizin de bulunduğu “Hil’ful Fudul” u, Türkçesiyle “Erdemliler Derneği” ni anlatarak son verelim.
Hz. Muhammed (sas) daha sonraki yıllarda olayı şöyle anlatacaktır: “Hil’ful Fudul Birliği’nde ben de vardım. Orada bulunuşumu ve o anlaşmaya katılışımdaki hazzı, bir sürü kızıl deveye değişmem . Şimdi yani İslam döneminde bile o örgüte tekrar çağırılsam memnuniyetle katılırım.”
Sahih kaynaklarda İslam’dan önce ve İslami dönemlerde ‘Hil’ful Fudul Birliği’nin nasıl çalıştığını gösteren bazı olaylar nakledilmektedir. Beş ilginç örnek:
1. Hasa’m Kabilesinden birisi kızıyla birlikte Hac için Mekke’ye gelir. Mekke’nin güçlü kuvvetli kişilerinden Nübeyh Bin
Haccac çok beğendiği kızı babasının elinden zorla alarak götürüp evine kapatır. Kızını kurtarmak için çırpınıp duran adama Hil’ful Fudul Birliği’ne başvurması tavsiye edilir. Adamın başvurusu üzerine hemen Nübeyh’in ev kuşatılır. Papucun pahalı olduğunu görerek çaresiz kalan zalim adam kızı babasına teslim etmek mecburiyetinde kalır.
2. Sümale Kabilesinden bir tacir mallarından bir kısmını Mekke reislerinden Übeybin Halef’e satar. Ancak Übey üzerinden
anlaştıkları bedeli tacire ödemez. Tavsiye ile Hil’ful Fudul Birliği’ne baş vuran adama “ Şimdi sen hemen Übey’e git ve ona Fudullilerden geldiğini söyle. Ödemeyi derhal yapmazsa bizim geleceğimizi beklemesini söyle” derler. Bu haber Übey’e ulaşınca derhal adamın parasını öder.
3. Ebu Cehil, Eraş Kabilesine mensup birisinden mal satın alır ama parasını ödemez. Ebu Cehil’in Peygamber Efendimize olan
düşmanlığını bilen bir müşrik bu mazlum kişiye “Şu Kabe’de adı Muhammed olan birisi var ona git. O’ paranı alır sana iade eder” der. Tacir gider, Allah Resulünü bulur ve ondan yardım ister. Peygamber efendimiz bu isteği kabul ederek beraberce Ebu Cehil’in evine gider. Allah Resulünün şecereti basmış olacak ki herhangi bir problemle karşılaşmadan Ebu Cehil’den parayı alarak hak sahibine verir.
4. Yine bir gün Ebu Cehil, mallarını satmak için Mekke’ye gelen bir tacirin mallarına düşük fiyat biçmekle kalmamış, diğer
Tüccarların da onunla alışveriş yapmasına yobazca engel olmuştu. Kimse, Ebu Cehil’in korkusundan daha fazla fiyat vermemesi üzerine zor durumda kalan tacirin durumu Hz. Peygamberin kulağına kadar gitti. Allah resulü bu durumdan rahatsız oldu. Kalkıp gelerek üç deve yükü malını onun istediği fiyattan kendisi satın aldı. Ardından Ebu Ceh’lin yanına gelerek Hil’ful Fudul Birliği’ni hatırlattı ve aynı şeyi bir daha yapmaması ikazında bulundu.
5. Muaviye’nin hilafeti döneminde yeğeni Medine valisi Velid Bin Utbe ile Hz.Hüseyin arasında bir mal hususunda
anlaşmazlık çıktı. Hz. Hüseyin kendisine baskı yapmak isteyen Velid’e hakkının verilmemesi durumunda Hil’ful Fudul Birliği’ne başvuracağını söylemesi üzerine Velid bu haksız tutumundan vazgeçti
AÇIKLAMA:Merhaba Sevgili ‘Milletin sesi Gazetesi’ okurları: Allah nasip ederse bu sayıdan itibaren güzide ‘Milletin Sesi Gazetesi’ sayfalarında beraber olacağız. Sizlerle güncel ve aktüel konular ile yurt içi yurt dışı (Almanya öğretmenliği) tecrübe ve anılarımı, bir de esasen ‘Folklor Derlemecisi’ olmam hasebiyle ilk defa yazıya dökülen ürünlerimi sizlerle paylaşacağım. ‘VİRA BİSMİLLAH’ diyerek, işte size derleme ilk yazımı sunuyorum:
“YOK MU BİR
ERZURUMLU”
Türk Milleti insanlık tarihinde doğuştan “Ordu Millet /Asker Millet” olarak bilinir. Böyle olduğu içindir ki “Askerlik Ocağı” Türk Milletince çok kutsaldır. Dolayısıyla en güzel anıları genellikle “Askerlik Ocağı” na aittir. Birilerinin lekelemek istemelerine, birilerinin kabul etmemelerine rağmen milletimiz Askerlik Ocağını “Peygamber Ocağı” olarak addeder. Ona Milli Kutsallarının başında yer verir. Esasen “Askerlik Ocağı ve Anıları” tam bir kültür olayıdır. Bu kültür deryası dünyada pek az millete nasip olmuştur.
İşte Konyalı tanıdık yedek subay dostun kutsal askerlik ocağına ait bir Anısı:
Alay komutanımız beni çağırtarak “Önemli bir ihtiyaçtan dolayı sağlıklı, aklı başında ve güvenilir bir erin acilen çavuş olarak görevlendirilmesini” emreder. Emri alan yedek subay bölüğündeki askerlerin özgeçmişlerini bir bir incelemeye alır. Bundan dolayı da biraz gecikir. Alay komutanı acilen tekrar çağırarak “Ne yaptın, niçin geciktin, aklı başında bir asker bulamadın mı?” şeklinde sorguladığında Yedek Subay “Özgeçmişlerini, günlük tavır ve davranışlarını dikkatle inceliyorum, onun için geciktim komutanım” cevabını verir. Konunun aciliyetinden dolayı komutan birazda sinirli tavırla “O kadar ince eleyip sık dokumaya gerek yok teğmenim. Bölükte Erzurumlu bir asker yok mu. Onlar sağlam güvenilir onurlu insanlardır. Tut birinin kolundan getir” ikazını yaparak tüm Erzurumluların göğsünü kabartıp gururlandırarak onu re eder.
ÇAĞI YAKALAMAK
ve FEDERASYON
GERÇEĞİ
Federasyon günümüz dünyasında Sivil Toplum Kuruluşlarının (yani gönüllü kuruluşların) kanuni en üst örgütlenmesinin son şeklidir. Şimdilik bunun başka bir şekli yoktur. Diğer birliktelikler kağıt üzerinde herhangi bir faaliyeti birlikte yerine getirme şıfai sözleşmelerden başka bir şey değildir. Yasal hiçbir dayanakları yoktur.
Buradan hareketle derneklerle vakıfların bir araya gelip bir üst birlik kurmaları mümkün değildir. Mümkün değildir çünkü derneklerle vakıfların ap ayrı kanunları var. Elma ile armutların toplanamayacağı misali. Sadece dernek Yönetim Kurullarının alacağı ayrı ayrı kararlarla, Platform Konsey gibi yasal olamayan kağıt üzerinde üst birlikteliklerle ortak faaliyet yürütme özgürlüklerine sahiptirler. Örneğin Kısa adı ERDEF olan ‘Erzurum Dernekler Federasyonu’ muz Ankara’daki tarihi Erzurum Vakfı ve daha sonra kurulan ESAV Vakfı’yla faaliyetlerini müşterek sürdürmektedir. Çünkü ne bu güzide kuruluşlar ve ne de diğer Sivil Toplum Kuruluşları “Ne rakibimiz ne de düşmanımızdır, sadece ve sadece kardeş kuruluşlardır”.
Ankara’daki Erzurumlular federasyon kurma konusunda geç kaldıkları bir gerçektir. Bunu itiraf ediyoruz. Tecrübeyle söylüyorum bu gün Ankara’da 20’nin üzerinde İl Dernekler Federasyonu var. Ta ki avuç içi kadar birkaç küçük illerin bile. Erzurumluların olmaması abesle iştigal ve çok büyük eksiklikti. İşlevi olmayan Platform ve Konseylerle hizmetlerde süreklilik sağlanamadığından, diri iri ve sağlıklı Sivil Toplum Kuruluşları Dayanışmasının (Sivil Dayanışmanın) yolu Federasyon oluşturmaktan geçiyordu. Elhamdülillah şimdi var (kurduk). Bununla da yetinmiyor, bu defa Türkiye’de bir ilki gerçekleştirmek için kolları sıvamış bulunuyoruz. Türkiye’de ilk defa il dernek federasyonlarının bir üst kuruluşu/birlikteliği olan, başta Ankara’daki Erzurum hemşeri dernekleri federasyonu olmak üzere İstanbul, İzmir, Bursa ve İzmit’teki Erzurumlu hemşeri dernekleri federasyonlarının iştirakiyle ‘Erzurumlular İl Dernekler Konfederasyonu’nun kuruluş çalışmalarını başlattık. Pek yakında başkent Ankara’nın ufuklarında güneş gibi doğacağız inşallah…
Yarın devleti veya büyük resmi-sivil bir kurumları idare edenlerin veya bir milletvekillerinin karşısına 1 000 000 üyeli 300-500 derneği temsilen konfederasyon olarak çıkmanın oluşturduğu sinerjiyi tahayyül edeniz lütfen. Neler olmaz ki… Sonra ne demiş bir Ecnebi “Bu gün dünyayı Sivil Toplum Kuruluşları (Gönüllü Kuruluşlar) ile Uluslar arası Şirketler (Holdingler) yönetmektedir”. Avrupa ve ABD’ deki “Ermeni Diasporası” denen Ermeni Sivil Toplum Kuruluşlarını düşünelim… 1915’lerde ne aklın, ne iz’anın, ne de insafın alacağı “Türk Soykırımı” vahşetini yaptılar, hem de bun bu gün şirretçe 21 devletin parlamentolarında “Türkler Ermenileri kırmıştır” diye Türkiye aleyhine karar aldırtabiliyorlar. Biz ise Kıbrıs’ı ne Müslüman Devletlere ne de Türki Devletlere tanıttıramadık. Demek ki bir yerlerde bir arıza var. Birey olarak bize düşen o arızayı tespitle tamir ederek, daha fazla zararlı olmasına izin vermemeliyiz.
Sözlerimi bir zamanlar Ankara’da çıkardığımız “Dadaşa Çağrı Gazetesi” nde yazdığım bir köşe yazısındaki bir sözümle son vermek istiyorum:
“Her Türk Türkiye sevdalısıdır (ama)
Erzurum dadaşı karasevdalısıdır”