Tarihten bir yaprak

Anadolu tarihine baktığımızda, Türklüğün dört büyük birliğiyle, üç bölünmeden sonra, bir destanın çalkalanmasını görebiliriz. Bu, destanın birliklerinin bir kabarış ve inişidir. Bu kabarışın özünde,içteki cevherin asaleti, inişlerinde ise dıştaki badirelerin büyüklüğü vardır.

O ilk birlik zamanında ve ilk bölünüş zamanında Erzurum yoktur. Onun yakınlarında Erzen adlı bir Türk beldesi vardır. Erzurum’un yerine Roma imparatoru, ikinci Teodosyos’un , beşinci asrın başlarında, kendi adını verdiği ve kurduğu bir şehir vardır. Teodosyos adlı Erzurum, artık Anadolu’nun hem kilidi hem de anahtarı olmuştur. Bu kilidi açan Anadolu’yu alır, o kilidi kilitleyen Anadolu’ya hakim olup onu elinde tutar.

Onun içindir ki cennet mekan Avlarlı Efem : “ Erzurum kilid-i mülk-i İslâm’ın / Mevla’ya emanet olsun Erzurum “ diye ne güzel söylemiştir. Bunu herkes çok iyi bilsin ki tarihi şan ve şerefle dolu bu serhat şehir, yalnız Anadolu’nun değil tüm İslâm aleminin kilididir. İşte, tarihteki birçok imparator ve padişah Erzurum’a çok büyük önem vermişlerdir. Biliyorlardı ki Erzurum’u elinde tutan, Anadolu’ya sahip olacaktır.

Arap- İran savaşları, Arapların, Türklerle savaşmaları, Bizanslıların işine yaramıştır. Erzurum bunlar arasında alınıp verilirken onbirinci asrın ikinci yarısında, yüce Rabbimizin bir nimeti olarak sanki yeni bir güneş doğar gibi, Selçuklu devleti meydana çıktı. Herkes yerli yerine oturdu. Araplar kendi çöllerine, Bizans da kendi surlarına geri döndüler.

1071 yılında, cennet-mekan büyük Türk komutanı aslanların aslanı, Alp Aslan Bizans ordusunu, Malazgirt zaferiyle yenerek bozguna uğratıp tarihin altın harfleriyle yazılan savaşını kazanarak ilk iş olarak Erzen halkını Teodosyos’a nakledip oraya da “ Erzen-i Rum” adını vermiştir. Erzen, ilk birliğin sonu, Erzurum da ikinci birliğin başı olmuştur. Sultan Alp Aslan, Erzurum’u sanki bir çarşafın ucu gibi tutarak tüm Anadolu’yu öyle bir sikeleyişle silkeledi ki o Bizansı bu çarşaftan silkeleyip bütün Anadolu’dan süpürüp attı. Öyleki Erzurum’da kalkan büyük Türk süvarileri bir yıl sonra, ta Üsküdar’da göründüler.

Artık ikinci birlik Erzurum’dan başlamıştı. Aslında o cihan-şumül Osmanlı Devleti’nin tohumu da Erzurum’da atılmıştı. Onüçüncü yüzyılın başlarında Kaya Alp’ın oğlu, Süleyman Şah, Erzurum’da hüküm süren Selçuklu meliki, Tuğrul Şah’ın himayesine girdi. Erzurum’un sırtındaki, Deveboynu’nun diğer yamacında uzanan Pasinler ovasına yerleşti. Tuğrul Şah’ın yardımlarıyla da Trabzon ve Gürcistan krallarına karşı gazalarda bulunup aşiretini güçlendirdi. Osmanlı tarihi de şanlı Erzurum ovalarında, bir koca çınarın tanesi gibi ekilerek bu taneden, görkemli, ihtişamlı koskoca bir bir çınar ağacı gibi yükselip bu ovadan meydana gelmiştir.

Ey İslâm alemi, ey Türkiye !.. İyi bilinsin ki Erzurum İslâm aleminin kilididir. Gerek İslâm’ın gerekse Anadolu’nun yaşamasında Erzurum bir sembol şehirdir. Onun içindir ki cennet-mekan Akif : “ Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi /

Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi “ diyerek Erzurum’da atılan tohumun tüm İslâm aleminin ve tevhidin yaşayıp var olmasının medar-ı iftiharı olmuştur.

Cumhuriyet ilan edilmeden kazanılan Kurtuluş Savaşı’nın başı da son birliklerin bulunduğu yine Erzurum olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri de yine bu şehirde atılmıştır. Yani Erzurum eşittir Türkiye Cumhuriyeti demektir. Yani Anadolu’yu kurtaracak o büyük insan, Gazi Mustafa Kemal Pâşâ’ da Erzurum’u gördüğü için mücadeleye buradan başlamıştır. Atatürk tarihin aktığı yerden bu mücadeleye, buradan başlayacaktı.

Cumhuriyet Caddesi’nde, yola çıkıntı yaparak kalmış eski bir Selçuklu kümbeti vardır. Koni biçimindeki bu kümbet, çıplak başı üzerinde dokuz asırdır dinlenmektedir. İşte bu kümbetin karşısında, iki katlı bir ev görünür.Koskoca nehirleri oluşturan, besleyen küçük menbalar gibi, o büyük dava da işte bu küçük evden çıkmıştır.

1919 Temmez’unun sekizinci gecesi, işte bu küçük evde oturan Gazi Mustafa Kemal Pâşâ, yakasından apoletleri,üzerinden ordu müfettişliğini,sırtından üniformasını atarak “ferd-i milletim” dediği gece, sivil bir fert, dıştan gelen kuvvetleri fırlatıp sadece kendi içiyle kalan bir fert olmuştur. Yeni Türkiye de hiç şüphesiz bu fertliğin üzerine kurulmuştur.

İşte bu küçük evde Gazi Mustafa Kemal Atatürk, fertliğini ilan edişiyle, ölmüş, parçalanmış, darmadağın olmuş ölü bir vatanla, diriyi ayırt etmiştir. Fert olarak kalmasıyla devletten sıyrılış, ölmüş devlette, fert olarak kalmakla milletteki civanmertliği ile atılarak yapılacak iş devlette bir iniş değil, ölümü tekmeleyerek hayata fırlamak olmuştur. Eğer Gazi, bu milletin ferdi.olmasa herhalde millet de devlet de olmayacaktı. İşte bu küçük evin büyük rolü budur.

İşte bu küçük evin karşısındaki kümbet, Selçuklu denilen ikinci Türk birliğinin, taşlaşmış bir şahadeti gibi durmaktaydı. O küçük ev de bir kaynak suyu gibi, engin

Türk destanının dördüncü birliğini doğurmuştur. Öyleki o küçük ev kümbette Türk’ün ezelini, kümbet de bu evde artık Türk’ün, bu topraklarda ebediliğini selamlamaktadırlar.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu sert kayalıklar üstünde, o muhteşem keskin gözlerini, bir yalın kılıç gibi çekerek, vatanın kilidi Erzurum’dan, vatanın batısına doğru bakarak milletin de desteğiyle, o ruhundaki ummanlı civanmertliğini gösterip bu mübarek topraklardan, ehl-i salibi kovarak bu vatanı bu millete hediye etmiştir.

Ey nadanlar !.. Padişahlar, birbirinden görkemli saraylarında oturup Sevr anlaşmasını imzalayarak bu vatanı Hristiyan alemine teslim etmişlerdir. Öyleki ordu teslim olmuş, haberleşme sistemi yabancıların eline geçmiş, vatan, doğudan, batıdan, kuzeyden, güneye işgal edilmiş, bağımsızlık yok olmuş, camiler kapatılmış, işgalciler, yağma, talan, ırza tecavüz, asmak kesmek her şeyi dört yıl boyunca yapmışlardır. Mesela, işgalci Yunan’dan vize almadan, değil ibadet yapmak Selimiye Camii’ni ziyaret etmek bile yasaklanmıştır. İşte Anadolu’nun vahim durumu budur.

Ey nadanlar !.. Gazi Mustafa Kemal Paşa , millete önder olarak milletle el ele vererek ehl-i salibin elinden bu ülkeyi kurtarıp modern,Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurarak bu toprakları, bu vatanın asıl sahibi, bu millete armağan etmiştir.

Eğer bugün bu ülkede o çan sesleri kaldırılıp ezanlar okunuyorsa millet hür ve bağımsız ise, Bayrağımız gönderde dalgalanıyorsa herkes istediği ibadetini ; namazını kılıyor, orucunu tutuyor, kurbanını kesiyor, Haccını, ömresini yapıyor, istediği gibi yaşıyorsa modern okullar ve üniversitelerle, ülkede okur yazar oranı ve eğitim yüzde yüze varmışsa ( 626 yıl yaşamış Osmanlı’da okur yazar oranı,

1920’de, sadece, yüzde 3,5 idi) kadınlar özlük haklarına kavuşmuşsa fabrikalar, modern binalar yapılmışsa modern Türkiye Cumhuriyeti Devleti, BM’e üye 193 ülke içerisinde ekonomik olarak 16. sıraya gelmişse bizler bugün işgalcilerin çocuğu, torunu değilsek,özellikle diğer İslâm ülkeleri gibi, başkalarının şamar oğlanı değilse, tüm dünyada alnı açık, başı dik ise, öz be öz Türk kimliğinde bu cennet vatanda yaşıyorsa bunu, rahmetli, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e borçludur. Bu millet Onu, ilelebed rahmetle, minnetle anacak ve gönlünde,şan ve şerefle yaşatacaktır.

Bu vesileyle, Dadaşlar diyarı Erzurum’un, vahşi, bebek katili ,zalim ermenilerden kurtuluşunun, 105. yıl dönümünü, canı gönülden kutluyorum. Rabbim bu millete bir daha bu günleri göstermesin, bu aziz millete, yeniden bir İstiklâl Marşı yazdırmasın. Bu vatanımızın ve bu şehrimizin uğrunda o mübarek canlarını seve seve feda eden aziz şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Makamları cennet olsun. Âmin !.. Âmin !.. Âmin !..

Başta, Mustafa Kemal Atatürk’ü, yakın silah arkadaşlarını ve tüm şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Allah gani gani rahmet eylesin. Mekanları cennet, makamları Cennet-ül Firdevs olsun. Âmin, Âmin, Âmin !..

Selam ve saygılarımla…