Surenin tanıtımı
Mushaf’taki sıralamada yüz on dördüncü, iniş sırasına göre yirminci birinci suredir. Felak suresinden sonra, ihlas suresinden önce Mekke’de inmiştir. Kur’an sıralamasında sonuncu süredir.
Felak süresinin Medine’de indiğini söyleyenler Nas süresi için de aynı şeyi söylemişlerdir (bk. Şevkânî, V, 620; İbn Âşûr, XXX,631).
Süre adını ilk ayetinde geçen ve “insanlar” anlamına gelen nas kelimesinden almıştır. Ayrıca “Kul eûzû bi rabbi’n-nâs” ve Felak süresiyle birlikte “Muavvizeteyn, Mukaşkışeteyn” adlarıyla da anılmaktadır.
“Mukaşkışeteyn” (şirkten uzaklaştıranlar) anlamına gelmektedir. Felak ve nas surelerine başlarındaki “eûzü” kelimelerinden dolayı “Muavvizeteyn” ismi de verilmiştir.
Surenin fazileti;
Hz. Peygamber (sav) sahâbeden Ukbe b. Âmir’e şöyle buyurmuştur: “Görmedin mi? Bu gece benzeri asla görülmemiş ayetler indirildi: Kul eûzü bi-rabbi’l-felak ve Kul eûzü bi-rabbi’n-nâs” (Müslim, “Müsâfirîn”, 264).
Resûlullah (sav), Felak ve Nas surelerinin en güzel sığınma duaları olduğunu açıklamış ve çok okunmasını tavsiye etmiştir (Dârimî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 25.)
Nas suresi altı ayettir.
Surenin konuları
Bu surenin ana konusu; cinlerden ve insanlardan ve insanın kalbine vesvese veren şeytanın kötülüklerinden İnsanların Rabb’ine sığınmaktır.
Sureyi daha iyi anlayabilmek için, ayet meallerini yazıma alarak birlikte tefekkür edelim inşaellah.
De ki: “Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik’ine, insanların İlâh’ına sığınırım.” Nas/1-6
Allah Teâlâ insanları yaratıp maddî ve mânevî nimetleriyle hem bedenen hem de ruhen beslediği, yetiştirdiği, eğittiği için kendi zâtını Rab ismiyle anmıştır.
Râgıb el-İsfahânî, 2. ayetteki melik kelimesini özetle şöyle açıklar:
Melik, emir ve yasaklarla insan topluluğunu yöneten kişidir.
Bu kelime özellikle akıllı varlıkları yöneten için kullanılır; meselâ “insanların meliki” denir, “eşyanın meliki” denmez (Müfredâtü’l-Kur’ân, “mlk” md.).
Yönetilen bütün insanlar olunca kanunlarıyla, buyruk ve yasaklarıyla onların yöneticisi, mâlik ve hâkimi de Allah’tan başkası değildir.
“Mâbud” diye çevrilen ilâhtan maksat da sadece kendisi ibadete lâyık olan Allah’tır.
Allah Teâlâ bütün mahlûkatın rabbi olduğu halde burada üç ayette de, “insanlar”ın tekrarlanarak vurgulanması, onların mahlûkatın en üstünü ve en şereflisi olduğuna işarettir.
Ayrıca dünyada insanları yöneten hükümdarlar, krallar ve bunları tanrı sayıp tapan kavimler geçmişte görülmüştür, bugün de farklı boyut ve tezahürlerde görülebilmektedir.
Bu sebeple surede insanların rablerinin de, hükümdarlarının da, ilâhlarının da sadece Allah olduğuna ve yalnızca O’na sığınmak, O’na tapmak, O’nun hükümranlığını tanımak gerektiğine dikkat çekilmiştir.
“Şeytan” diye çevrilen vesvâs kelimesi, vesveseden türemiş, aşırılık ifade eden bir sıfat olup “çokça vesvese veren” demektir.
Vesvese “şüphe, tereddüt, kuruntu, gizli söz, kişinin içinden geçen düşünce” demektir; terim olarak, “zihinde irade dışı beliren ve kişiyi kötü ya da faydasız bir düşünce ve davranışa sürükleyen kaynağı belirsiz fikir, şüphe ve kuruntu” anlamına gelir.
Bir kimseye böyle bir düşünceyi telkin etmeye de “vesvese vermek” denir.
Vesvese genel olarak insanı kötü, din ve ahlâk dışı davranışlara yönelten bir iç itilme olarak hissedilir. Bu anlamdaki vesvesenin kaynağı şeytandır.
Nitekim birçok ayette şeytanın insana vesvese verdiği ifade edilmiştir (meselâ bk. A‘râf 7/20; Tâhâ 20/120).
Kötülük sembolü olan şeytan, gerçek bir varlığa sahip olmakla birlikte onun insan üzerindeki etkisini psikolojik yolla gerçekleştirdiği düşünülmektedir.
Vesvesenin bir diğer kaynağı ise kişinin nefsidir; Kaf süresinin 16. ayeti de bunu ifade etmektedir.
Vesvâs kelimesi hem insanlara vesvese veren görünmez şeytanı hem de insanları yoldan çıkarmak ve onlara kötülük yaptırmak için gizlice tuzak kuran insan şeytanlarını, şeytan karakterli insanları ifade eder.
“Sinsi” diye tercüme edilen hannâs kelimesi ise “gizli hareket eden ve geride kalmayı âdet haline getiren” anlamında bir sıfattır.
Surede cin ve insan şerrinden Allah’a sığınmayı isteyen buyruk, bizce belirsiz bir kaynaktan veya içimizden gelen arzu, duygu ve düşünceler karşısında uyanık olmayı, bunları akıl, vicdan ve dinî değerler süzgecinden geçirmeyi de içermektedir.
Son ayet-i kerîmeden de anlaşıldığı üzere insanları aldatmaya ve doğru yoldan saptırmaya çalışan iki tür şeytan vardır:
Birincisi cin şeytanlarıdır ki bunlar insanların içine vesvese düşürerek onları yanlış yola sürüklemek isterler. Her insanın, kendisini kötülüklere sürüklemeye, kötü işleri onun gözünde güzel göstermeye çalışan bir şeytanı vardır.
Nitekim Hz. Peygamber (sav), her insanın kendine ait bir cini (şeytanı) bulunduğunu bildirmiştir (Dârimî, “Rikak”, 25; Müsned, I, 385).
Başka bir hadiste de “Şeytan âdemoğlunun kan damarlarında dolaşır” buyurulur (bk. Buhârî, “Ahkâm”, 21).
İnsanları doğru yoldan saptıran diğer şeytan ise insan şeytanlarıdır. Bunlar, gerçeklik ve değer ölçülerini kaybetmiş, kendilerini nefsânî haz ve arzuların akıntısına kaptırmış, bu manada şeytanın esiri olmuş insanlardır.
Bunlar insana çoğu zaman sureti haktan görünerek yaklaşır ve insanı sonu hüsranla biten davranışlara yöneltirler. “Ey rabbimiz! Bize bu
dünyada da nimet, güzellik ve iyilik ver, öteki dünyada da nimet, güzellik ve iyilik ver” (Bakara 2/201).
“Orada onların duaları, ‘Sen bütün noksan sıfatlardan uzaksın Allah’ım!’, karşılıklı iyi dilekleri de ‘selâm’ şeklinde olacaktır. Duaları ise ‘Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun’ diyerek son bulur” (Yunus 10/10).
Selam ve dua ile.