MAUN SURESİ NÜZULÜ VE KONULARI

Surenin tanıtımı

Mushafta’ki sıralamada yüz yedinci, iniş sırasına göre on yedinci suredir. Tekâsür sûresinden sonra, Kafirun suresinden önce Mekke’de inmiştir.

4-7. ayetlerin Medine’de münafıklar hakkında indiğine dair rivayet de vardır (bk. İbn Âşûr, XXX, 563).

Sure adını son âyetinde geçen mâûn kelimesinden almıştır. “Eraeyte, Eraeytellezî, Dîn, Tekzîb, Yetîm” adlarıyla da anılmaktadır.

Maun suresi yedi ayettir.

Maun: Lügat ve tefsirlerin beyanına göre zekât’a, atıyye ve ihsana, az çok menfaati bulunan her hangi bir şeye;

Konu komşu arasında ödünç olarak verilip alınmak şanından olan çanak çömlek, kap kacak, sofra, balta, kürek ve daha böyle ev metaı ve alet-edevata dair yardımlık şeylere ve kimseden kıskanılmaz olan orta malı şeylere ıtlak olunan geniş bir kelimedir.

Maun; esasında az çok menfaati olan bir kıymık şey yahut yardım veya yardımlık demek gibi olarak zikrolunan manalarda da kullanılmıştır.

Bu surede Hz. Ali'den ve oğlu Muhammed b. Hanefiyye'den, İbn Abbas'tan, İbn Ömer'den, Zeyd b. Eslem'den, Dahhak ve İkrime'den (r.anhum) rivayet olarak zekat manasına tefsir edilmiştir, (Alusi, a.g.e., XV, 2/310.)

Surenin anlamı

Bu surenin temel konuları şunlardır:

Yetim ve yoksula sahip çıkmak ve Namazı gösteriş için kılmamaktır.

Bu sureyi daha iyi anlayabilmek için, ayet meallerini yazıma alarak birlikte tefekkür edelim inaşaellah.

Surenin ilk bölümünde hesap gününü yalanlayan ve yetimi itip kakan hakkındadır.

“Gördün mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı!

İşte o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir.” Maun/1-3

“Gördün mü?” sorusu, burada şaşılacak bir tutumdan söz edileceğine, dolayısıyla konunun önemine dikkat çekmeyi amaçlamaktadır.

Ayetteki din kelimesi, bilinen anlamı yanında “Allah’ın hükmü” veya “uhrevî yargı” mânasında da anlaşılabilir (bk. Taberî, XXX, 310).

Ancak bunların birini inkâr eden diğerlerini de inkâr etmiş olacağı için sonuç değişmemektedir.

Genellikle insanlar bir dine inandıklarını, dolayısıyla doğru yolda olduklarını, sonuçta mutlu olacaklarını, kendi dinlerine inanmayanların ise yanlış yolda olduklarını, dolayısıyla bedbaht olacaklarını söylerler.

Nitekim Hz. Peygamber zamanındaki Yahudiler, Hıristiyanlar hatta putperest Araplar bile böyle olduklarını iddia ediyorlardı, (bk. Bakara 2/113).

Yüce Allah bu surede asıl dini yalan sayıp inkâr edenleri tarif ederek bunların kimler olduklarını ortaya koymuştur. Bunlar kimsesiz ve yardıma muhtaç durumda bulunan yetimi küçümseyerek onu itip kakan, yoksullara

kendisi yardım etmediği gibi başkalarını da buna teşvik etmeyen kimselerdir.

Kuşkusuz bu özellikler birer örnektir; dini yahut âhiret sorgusu ve yargısını inkâr edenlerin başka özellikleri de bulunmakla birlikte burada Hz. Peygamber (sav) dönemindeki inkârcıların toplumsal ahlâkla ilgili en belirleyici ve yıkıcı tutumlarına iki örnek zikredilmiştir.

Nitekim âyetin, putperestlerin tipik şahsiyetlerinden olan Âs b. Vâil hakkında indiği belirtilir (Râzî, XXXII, 111).

Bununla birlikte âyetin genel amacı, insan sevgisinden mahrumiyetin en belirgin tezahürleri olan bu tür davranışları sergileyenleri kınamak ve bu yaptıklarının Allah katında en büyük kötülüklerden olduğuna, bunların temelinde dini, Allah’ın hükümlerini yahut âhireti inkâr etmenin bulunduğuna insanların dikkatini çekmektir (İbn Âşûr, XXX, 564).

Yetim ve yoksul, toplumun zayıf ve himayeye muhtaç kesimlerini temsil eder. Bunları küçümseyerek hakaret eden, itip kakan kimse toplumdaki zayıfların haklarını çiğniyor demektir.

Dinin insanlığa yönelik en büyük hedefi ise insanlar arasında sevgi ve dayanışmayı, paylaşmayı sağlamak, sıkıntıların da mutlulukların da paylaşıldığı bir insanlık bilinci oluşturmaktır.

Bu âyetler, bir taraftan bu tür davranışlar sergileyenleri kınarken diğer taraftan da gerçek dindarları yetim ve yoksullar gibi himayeye muhtaç olanlara yardım etmeye özendirmekte; ihtiyaç sahiplerine yardım konusunda başkalarını teşvik etmenin, hatta bunun için hayır kurumları oluşturarak sosyal yardımı daha verimli, düzenli ve sürekli hale getirmenin gereğini vurgulamaktadır.

Surenin ikinci bölümünde ise namaz kılanların durumu anlatılmaktadır.

“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar. Ufacık bir yardıma bile engel olurlar.” Maun/4-7

Yukarıda insanlara karşı insanlık görevini yerine getirmeyenler kınanmıştı; burada ise Allah’a karşı gerçek anlamda kulluk görevlerini yerine getirmeyenler eleştirilmektedir.

Burada namaz kılmalarına rağmen kınananların olumsuz tutumlarına üç örnek sıralanmıştır:

a) Namazlarının özünden uzak olmaları,

b) İbadetlerinde halka gösteriş yapmaları,

c) Hayra engel olmaları. “

Bir kimsenin namazı ciddiye almamasının, namaz kılıyor görünse bile onun özünden uzak kalmasının önemli bir sebebi, 6. ayette riyâ kavramıyla ifade edilen “halka gösteriş yapma” eğilimidir.

Riyâ, özellikle dinî davranışlarla ilgili bir terim olup “bir kimsenin, kendisinde bulunmayan dinî ve ahlâkî bir meziyeti, bir erdemi varmış gibi göstermesi, iyilik yapıyormuş gibi görünmesine rağmen yaptıklarıyla maddî veya manevî bir çıkar amaçlaması” anlamına gelir.

İşte ayette bu tutum eleştirilmektedir.

“Hayır” diye çevrilen maun kelimesini Taberi şöyle açıklamıştır. “insanın yararına olan her şey”

Bu kelimenin ayetteki anlamının “zekât, farz olan sadaka, diğer malî yükümlülükler, insanların kendi aralarında birbirine yararlandırmadıkları nimetler, hak, ödünç, mal” gibi anlamlara geldiğine dair görüşler naklettikten sonra kendisi mâûn kelimesinin bu bağlamda insanlara iyilik, hayır, nimetlerin paylaşılması gibi anlamları kuşatan genel bir ifade olduğunu belirtir (XXX, 313-320).

Surede dikkati çeken önemli bir nokta da şudur: İbadetlerde şekil şartları da vazgeçilmez olmakla birlikte, en az şekil kadar özen gösterilmesi gereken husus, imanla birlikte niyet, ihlâs, huşu, takvâ gibi kavramlarla ifade edilen öz ve içeriktir.

Kur’an’a göre ibadetlerde niyet ve ihlâs, tevhid ilkesinin ibadetteki yansımasıdır (meselâ bk. Fâtiha 1/5; Âl-i İmrân3/64).

Bunu Hz. Peygamber (sav), “Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmek” şeklinde belirtmiştir (Buhârî, “Îmân”, 37).

Surede dikkati çeken diğer önemli bir nokta da Allah’a gönülden ibadet etmekle yardımlaşma ve dayanışmanın dindarlıkta birbirinden ayrılmazlığının vurgulanmış olmasıdır.

Selam ve dua ile.