"... maalesef bilet veremeyeceğiz. Bütün yollar kapanmış ve birkaç otobüsümüz şu an yolda kalmış durumda. Yollar gidilecek durumda değil. Lütfen kendi imkanlarınızla seyahat etmeye çalışın ama şunu bilin ki otobüslerimizin giremeyeceği ve giremediği yola sizler de muhakkak giremeyeceksiniz. Söylediğim gibi birkaç otobüsümüz yola çıktı fakat şu an ilerleyemiyorlarmış çünkü asfaltlar çökmüş, köprü ve tünellerde yıkım ve ciddi tahribatlar varmış. Arkadaşlarımız yolların işlenmiş tarla gibi olduğunu bazı yıkıntılarkn iskambil kağıdı gibi birbiri üzerine yıkılmış olduğunu ve böyle bir felaketi daha önce görmediklerini ve duymadıklarını söylüyorlar. Maalesef seyahat yapmak imkansız 10 un üzerinde ilde aynı yıkımın olduğunu düşündüğümüzde felaketin boyutunu umarım anlayabilmişsinizdir. İnanın şu an oraya yardım ekipleri dışında gidip trafiği ve çalışmaları aksatmak da hiç uygun değil! Zira yardım ekiplerinin de nasıl ulaşacağı merak konusu! Durum, söylediğimiz gibi lütfen ısrarcı olmayalım. Eğer bir ısrarınız olacaksa bu ısrarımız dualarımız da olsun bizim yapabileceğimiz hiçbir şey yok." şeklinde bir konuşma yaptı. Fakat bu konuşmayı yaparken bilet satış görevlisinin gözleri dolmuş ve ağır ağır yanaklarından aşağı doğru süzülüyordu. Ara ara gözyaşlarını eliyle silerek ve burnunu çekerek yaptığı konuşmasını zor da olsa tamamlamıştı. O an bilet almak için sırada bekleyen insanların zaten kireç gibi olan yüzleri iyice bembeyaz kesilmişti. Hıçkıra hıçkıra ağlayanlar, feryat edenler... Bu söylenilenlerden hadisenin ne boyutlara vardığını düşünen kalabalıkta ağlayan, inleyen, nutku tutulan insanlar çaresiz ve bir o kadar isteksiz ve yavaş hareketlerle sıradan çıkmaya başladılar. En arkalarda bir yerlerde gözleri fal taşı gibi açılmış konuşması bittiği halde manasızca gişeden az önce konuşmayı yapan biletçiye bakan bir çift göz vardı. Ağlamaktan kan dolmuş gözlerle bakıyordu. Evet, bu kişi Sevda öğretmendi. Donuk bir yüz ile konuşmayı yapan adama bakıyordu fakat boş bir bakıştı bu. Dışarıdan bakan birisi rahatlıkla şoka girdiğini anlayabilirdi. "Yollar işlenmiş tarla gibi mi? Bu nasıl bir şey olabilir ki?"diye düşündü bir mana veremedi... Herhalde abartıyordu. Ya da otobüs yoktu, yoksa yüksek bir fiyata mı satacaktı bileti..? Yoksa müşterileri başından savmak için mi yaptı bu konuşmayı. Onun için mi kullanmıştı bu kadar ifadeyi gişedeki görevli... Ama adam ağlamaklıydı. "Hayır! hayır!" dedi kendi kendine "Var olan bir felaketi inkar etmeye çalışıyorsun Sen sevda! Aman Ya Rabbi!" bir ara yutkunmaya çalıştı. Boğazında yine evdeki gibi bir nohut tanesi hissetti, nefesini kesiyordu.Elindeki sudan bir yudum aldı. Fakat o değil de sanki bir başkası içiriyordu suyu. Tuhaf bir haldeydi. İstemsizce kalkan el, suyu dudaklarına yapıştırmıştı.Ve bir yudum almıştı. Düşündü "Hani teknoloji de Çağ atlamıştı Dünya? Mars'ta hayat var mı diye modül gönderilmemiş miydi Dünyadan? Peki böyle bir zamanda ben nasıl memleketinden anamdan- babsmdan haber alamam? Bunun bir izahatı olmalıydı... " dedi kendi kendine. Karmakarışık duygular ve beynini kemiren sorularla Sevda öğretmen yıkılmış bir vaziyetteydi. Arkadaşı Tuba öğretmen de yoktu ki dayanı versin omuzuna. Adını koyamadığı bir çaresizliğin içerisindeydi Sevda öğretmen. Her sabah penceresinin önünde cıvıl cıvıl öten kuşları geldi aklına. "Keşke içlerinden birisi gidip de haber getirseydi anacığımdan, kır düşmüş sakalları ile nur yüzlü babacığımdan. Ya da ben kuş olsaydım..." diye geçirdi içinden. Bu yaşına kadar hiç birşeyi bu kadar arzu etmemişti. Evet, uçmayı. "Ama kanadım kırık şu an nasıl uçabilirim ki! Annem ve babam benim kolum-kanadım. Şu an onlardan haber alamıyorken ben nasıl uçabilirim ki?Kolsuz kanatsız kalmışken uçulabilir miyim?" Sevda öğretmen böyle bir duygu yoğunluğu yaşarken etraftaki kalabalık da azalması gerekirken tam aksine artmıştı. Bağıra bağıra konuşanlar, feryatlar ederek ağlayanlar Sevda öğretmenin içini iyice karartmıştı. Etrafa bakarak bir an önce bir karar vermeye çalışıyordu. "Ne yapabilirim..? Ne yapabilirim..?" Maalesef yapılacak hiçbir şey yoktu. Her tarafını ümitsizlik kaplamış, artık düşünecek hali kalmamıştı. İşte tam bu sırada kalabalıkları yara yara kendisine doğru gelmekte olan 55-60 yaşlarında bir kadın ve yanında otuzlu yaşlarında bir delikanlıyı farketti.Yerinden doğrularak onlara dikkat kesildi. Kadın ve delikanlı biraz daha yaklaşınca onlara doğru yürümeye başladı. "Acaba" dedi "Yanılıyor muyum?" Hayır yanılmamıştı. Çünkü...
Devamı haftaya...