… bir hırsız dadanmıştı kapıya… kapının dış tarafından elinde çekiç, maymuncuk ve birçok çilingir malzemesiyle uğraşıp duruyordu. Anlaşılan o ki işinin ehli bir hırsız, baksana çilingir edasıyla işi görüyor kapıyı açmak için. Hem nasıl açmak! Bir taraftan açmaya çalışırken öte taraftan yumrukluyordu. Kapı da yılların kapısı ha...! Hiç bu kadar zorlanmamıştı. Yok yok! Bu bir çilingir galiba. Ve nasıl bir çilingirse kapıyı yerinden sökecek. Zorlayarak açmaya çalışırken çıkardığı yüksek seslerden bir hırsız olmadığı besbelli canım. Ama bu asla bir çilingir de olamazdı. Şayet bu kapıyı tamire gelmişse bu müdahale yanlış değil mi? Yok yok, kesin hırsızdı. Çünkü çılgınca vuruyordu kapıya. Ev sahibi gelmeden bir an önce işini halledip gitmeyi kafasına koyduğu ne kadar da belliydi… Bir ara sesler kesildi ve kapıdan daha sakin dokunuşlar işitildi. Az önceki hırçın müdahale gitmiş yerini sakin dokunuşların etkisiyle “şırak!” diye kilidi döndüren bir ses işitilmişti. Ve nihayet kapı açıldı. Şimdi içeriye Sevda Öğretmen’in arkadaşı Tuba Öğretmen girmişti. Hemen arkasında ise endişe ve kaygılarından ötürü her gün rahatlıkla açarak girdiği kapıyı açmakta zorlanan ve nefes nefese kalmış bir vaziyette Sevda Öğretmen. Evet, meğer bizim hırsız, çilingir diye nitelediğimiz kişi Sevda Öğretmenmiş.
Odanın altını üstüne getirdikten sonra dehşetli gözleri ekranına kilitlenmiş bir vaziyette telefonuna bakarak kalakalmıştı Sevda Öğretmen. Telefonunu bulmuştu da hiç kimse bir şeyler yazmamıştı. Ekranda birkaç bildirim gördü. Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde çok şiddetli bir deprem yaşandığı yazıyordu bildirimlerde. Göz yaşları bildirimleri okumasına mâni oluyordu. Sürekli siliyordu ama sanki gözünün önünde bir pus vardır. O sildikçe pus çoğalıyor gibiydi. Sadece bu da değil, boğazında bir nohut parçası kamış gibi bir hal vardı. Sık sık yutkunuyordu da gitmiyordu bir türlü, boğazına asılı kalmıştı. Bu durum onu çok rahatsız etti. Kireç gibi olmuş yüzünü arkadaşı Tuba öğretmene çevirerek “Su” diyebildi. Tuba öğretmende ne yapacağını şaşırmıştı. Yatak odasına doğru yöneldi her zaman girip çıktığı ve avucunun içi gibi bildiği bu evin. Biraz durakladı ve “Benim burada ne işim var!” deyip geri döndü. Hemen mutfağa yöneldi. O da afallamıştı. Fakat arkadaşına yardımcı olabilmesi için daha metanetli olmalıydı. Tuba öğretmen Maraş ve etrafını etkileyen şiddetli depremde yıkımın bir hayli olduğunun farkındaydı. Fakat arkadaşına bunu sezdirmiyordu. Çünkü kendisi yıllar önce 6,8 şiddetindeki Erzincan depremini yaşamıştı ve bahsedilen 7,8 şiddetinin nasıl bir yıkıcılığı olduğunu tahmin etmekte zorlanmıyordu. Hem birkaç ilin ciddi şekilde etkilendiğini duyunca yıkımın ne kadar fazla olduğunu da tahmin etmek zor değildi maalesef. Titreyen elleriyle uzatmaya çalıştığı bardağı arkadaşına içirecekmiş gibi tutan Tuba öğretmen artık gözyaşlarına hakim olamamış ve o da boncuk boncuk yaş dökmeye başlamıştı.
Aşağıdaki sesleri işitmiş olacaklar ki üst kattan konu-komşu Sevda Öğretmen’in kapısı önüne yığılmışlardı. Oturduğu apartmanın sevgisini kazanmış hanım hanımcık bir insandı Sevda Öğretmen. Komşuları onun evde olmadığını bildiklerinden dolayı “Acaba eve hırsız mı girdi?” diyerekten kapının önüne doluşmuşlardı. Yarısına kadar aralanmış kapıdan Sevda Öğretmen’i görünce meselenin farklı olduğunu anlamış hemen orada fısıldaşmaya başlamışlardı. “Depremle alakalı galiba.” “Kendisi Kahramanmaraşlı” “Acaba ailesinde kayıp var mı?” “Olmaz mı efendim. O kadar yıkım olmuş. Muhakkak birileri vardır.” “Allah saklasın yazık kızcağıza!” “İçeri girsek mi? girmesek mi?” O sırada Sevda Öğretmen çılgınca telefonlar tuşluyordu. Yok... Yok... Yok... hiçbirinden ses yok! Dışarıdaki kalabalığı görünce “Allah aşkına komşular ailemden haber alamıyorum. Bir haberiniz var mıdır? O taraflarda yakını akrabası olan kimsecikleriniz var mı? Bir haber, bir haber ne olursunuz?” komşuların bazıları Sevda Öğretmen’in bu feryadı karşısında göz yaşlarına hakim olamamıştı. Onu hiç böyle görmemişlerdi. Daha yeni memleketinden gelmişti iki haftadır yoktu komşularda özlemişti kendisini ve henüz yeni görmüşlerdi. Hep güler yüzlü olan kızcağızın bu perişan hali içlerini acıtmıştı. İçlerinden birkaçı teselli etmeye çalıştıysa da nafile… O, biricik annesinden ve babasından bir ses bir haber alamadıktan sonra rahat edemeyecekti.
Vakit ilerledikçe olayın vahameti belirmeye başlamıştı. Sevda Öğretmen otobüs terminaline gelmiş bilet almak için bir türlü ilerlemek bilmeyen kendisi gibi bir an önce Maraş’a ulaşıp yakınlarından haber
almaya çalışan insanlarla bir sırada bekliyor. Etrafta birçok mırıldanmalar, homurdanmalar var. Herkes bir şey konuşuyor da hiç kimse bir şeyden bahsetmiyormuş gibi tuhaf bir ortam var. İşin aslı şu ki; Kimse ne olduğunu kestiremiyor. Bunu bilet gişesindeki görevlinin yaptığı duyuru anladılar. Gişedeki görevlin gür sesiyle sırada bekleyenlere şöyle seslendi;
(Devamı haftaya…)