“Bismillahirrahmanirrahim” Ne kıymetli, ne veciz, ne kapsayıcı, kuşatıcı bir ifadedir Besmele-i Şerife… Başlangıçtaki bu istiaze ile acziyet ve eksikliğimizi itiraf ederek muvaffakiyetin ancak onun dilemesiyle olabileceğini kabulümüz… Kendisine sığındığımız Rabbimizin rızası üzere söylememiz gerekenden başkasını söylemekten imtina, haya ve edep ederiz teslimiyetiyle… Karşılaşabileceğimiz her türlü zorluk ve meyledeceğimiz her türlü hatadan bereketi ile müstağni olduğumuz ayet-i kübra… İnancımızın şiarı olan bu mukaddes ayet-i kerime ile başlayan yazımızda bu hafta ayet ve sünnet birliğinden uzaklaşarak bu kavramları birbirinden ayrı tanımlamaya çalışan nasipsiz yönelişleri ele alacağız.
Malumunuz olduğu üzere Kur'an-ı Kerim Allah'ın kelamıdır. Sünnet ise kendisinden Kur'an-ı Kerim'in tebliğ ve tebyin’i ile müşerref olduğumuz Allah Rasûlü'nün (s.a.v) söz, fiil ve takrirlerini ifade eden kavramlardır. Hz Peygamber'in (s.a.v) sözlerine kavli sünnet davranışlarına fiili sünnet sahabelerinin yaptıklarını onaylamasına ise takriri sünnet adı verilmektedir. Asr-ı saadetten itibaren Müslümanlar gerek ferdi gerekse içtimai hayatlarını hep bu iki esas olan Kur'an ve sünnet’e göre şekillendirmişlerdir. Hemen her şeyini bu iki temel üzerine bina eden müslüman ecdadımız huzurlu, rahat ve güven içerisinde bir hayat sürmüş ve bu bağlılığın vermiş olduğu uhuvvetle tarihe adını altın harflerle yazdırmıştır. Toplum ne zaman ki İslam'ın çizdiği kural ve kanunlardan yüz çevirmişse maddi ve manevi çöküş başlamıştır. Böylelikle Allah (c.c); Kur an'a ve Peygambere (s.a.v) tâbi olmayan, Peygambersiz (s.a.v) bir hayat benimseyen bu toplumun çöküşünü de hızlandırmıştır. Öyle ki bu toplumun içerisinden “Müslüman coğrafyalar sefalet ve yokluk içerisinde. Diğer inanç mensupları rahat ve müreffeh yaşıyor.” deme cüretinde bulunarak İslam'ı -haşa- esfel olmakla suçlayacak kadar vahim bakışların türediği hale getirmiştir. Netice itibariyle taharetin nasıl alındığını bilmeyen, dini takvim yapraklarından takip eden bazıları türeyerek Peygamber'in (s.a.v) hadislerinin zayıf, uydurma olup, olmadığını konuşur hale gelmiştir. Bu anlayışlar işi akıllarına, yönelişlerine ve faydalarına uygun olan hadisi kabul edip, diğerlerini reddetme küstahlığına kadar vardırmış durumdalar. Bu anlayış ucubeleri fıkhi meselelerinde de İşini görebileceği fevayı alıncaya kadar hoca hoca dolaşmaktan da geri durmadılar. Öyleki kendi mantıklarına uygun bir hoca bulduklarında da onun görüşünü benimseyerek işlerini gördüler ve görmeye de devam ediyorlar.
Evet, söylediğimiz gibi günümüzün aklı evvelleri Kur'an'ı peygambersiz idrak etmeye çalışma cüretinde bulunmaktadırlar. Oysa bu olanaksızdır. bu ayrıma en başta Kur'an karşı çıkmaktadır.” Peygamber size neyi verirse onu alın, size neyi yasaklarsa ondan geri durun ve Allah'tan sakının…” (Haşr/7) buyurarak Peygamberi referans gösterir. Kur'an; “Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir.” (Ahzap/21) ifadesiyle onun kainat için üsve-i hasene (En güzel örnek) olduğunu ifade etmektedir. Hz.Peygamber (s.a.v) Kur'an- ı Kerim'in kullanma kılavuzudur. Kur'an onunla anlaşılır. Talim, anlayış ve imanımızın gereği olarak Kur'an’ın insana yönelttiği “Ne?” sorusuna mukabil olan “Nasıl?” ifadesi Onun (s.a.v) sünnetiyle ihya olmaktadır. Örneğin; “Namaz kıl!” emrinin muhatabı insan bunu yapabilmesine dair ‘Nasıl’ı ancak sünnet ile çözebilmektedir. Orucun nasıl tutulacağı, haccın nasıl yapılacağı, kurbanın nasıl kesileceği gibi birçok önemli husus da ancak peygamberin sünneti ile eda ve ihya edilebilir. Sadece bunlarla kalmayıp ibadetlerin yanı sıra, ahlaki kaideler, ikili ilişkiler gibi birçok davranışın da Allah katında makbul ve muteber olanı yine Hz.Peygamber'in (s.a.v) sünnet-i seniyyesi ışığında bizleri tezyin etmektedir. Güncel bir meseleye dair kısas ve icma da yine Kur'an ve sünnet rehberliğinde gerçekleşebilir. Kur'an ve sünnet birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Hz. Peygamber (s.a.v) Kur'an-ı Kerim'in uygulama sahasıdır. O (s.a.v) Kur'an-ı Kerim'in ete, kemiğe bürünmüş halidir. Hz. Peygamberin (s.a.v) Kur'an ile hemhal oluşuna dair Hz.Âişe (r.anh) validemizden gelen rivayet şöyledir; Sa'd b. Hişâm b. Âmir, Âişe (r.anh)’nın yanına girdiği zaman: ''Ey Müminlerin annesi! Bana Rasûlullah (s.a.v)’ın ahlakından haber ver.″ dedim. Bana: ″Sen Kur’an okumuyor musun?″ diye sordu. Ben: ″Evet, okuyorum″ dedim. Bunun üzerine Âişe (r.anh) dedi ki: ″Rasulullah (s.a.v)’ın ahlakı Kur’an idi.″ Evet, Hz.Peygamber (s.a.v) yürüyen Kur'andı. O olmasaydı; Cenab-ı Hakk'ı hakkıyla bilemezdik. Bu durum büyüğümüz Hâce Yakub-i Sani Hazretleri'nin ifadesiyle:“Allah (c.c) olmasaydı Peygamber (s.a.v) olmazdı. Peygamber (s.a.v) olmasaydı Allah (c.c) bilinemezdi.” şeklinde ifade edilmiştir. Hz.Peygamber (s.a.v) Rabbimizi hakkıyla bilmek noktasında önümüzü aydınlatan nurdur. Nasıl ki insan karanlıkta yürüyemezse, Hz.Peygamber’in (s.a.v) sünnetinin nurundan mahrum olan kişi de yol katedemez. Bunu asr-ı saadette görmekteyiz. Kaparanlık bir dönem olan Cahiliye Dönemine bir nur gibi doğan Rasûlullah (s.a.v) dönemin insanlarını bulundukları karanlıklardan selamete çıkararak diri diri kız çocuğunu gömen kişileri ‘Gökteki Yıldızlar’ mesabesine ulaştırmıştır. Bu durum onun (s.a.v) ve mukaddes davasının ulviyetinin tecellisidir. Kainatın en büyük devrimcisi olan Hz. Peygamber'in (s.a.v) müstesna şahsiyeti ve ahlakına dair Cenab-ı Hak “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.”(Kalem/4) buyurarak inananlara “De ki Allah'ı seviyorsanız bana Uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Ali İmran/ 31) kendisinin sevgisine ancak Peygambere (s.a.v) olan tabiyet ile olacağını ferman buyurmuştur. Ona (s.a.v) olan yönelişin kendisine yöneliş olduğunu “Kim peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.”(Nisa/80) ayet-i kerimesiyle emreden Cenab-ı Hak anlaşmazlıklarda “Allah'a ve Resulüne inanıyorsanız anlaşmazlığa düştüğünüz konuları Allah'a ve Resulüne arz ediniz.” (Nisa/59) buyurarak Resulullah’ın (s.a.v) meselelerin arz edilme merci olduğunu ifade buyurmuştur.
Yukarıda ifade edilen ayet-i kerimeler ve Kur'an-ı Kerim‘in birçok ayetinde Allah'ın Habibi’ne ittiba’nın gerekliliği ve zarureti vurgulandığı halde günümüzde hadis ve sünnet üzerinden ideolojik söylem üretme teşebbüsünde bulunan güruhlar peydah olmuş durumda. Rabbim bizleri o anlayışlardan beri eylesin.Biz müslümanlar Allah’ın bize buyurduğu doğrultuda “Onlar birbirlerine hakkı tavsiye ederler.” (Asr/3) ayetiyle Rasûlullah’a, dini mübin-i islam'a teslimiyet şuuruyla bize hakkı tavsiye edenlerle beraber olmalıyız. Unutmayalım ki bu beraberlikte aslolan Hakk’ı tavsiyedir. Yani; “Benim hocam çok okumuş!” şeklinde bir bağlılık olmamalıdır. Okuduğu ile âmil olanlarla beraberlik… Zira, Kur’an ve sünnet'in öğretilerini hayatına yansıtamamış her okuma kişiyi kitap yüklü bir merkep olmaktan öteye geçirmez. Okumakla ve birçok malumat sahip olmakla cehaletin giderilmediğini asla unutmamalıyız! Bu bağlamda laf kalabalığı yapanları gördüğümüzde “İştir aynası kişinin, lafa bakılmaz.” gerçeğine uygun hareket etmeliyiz. Hele Kur’an ve Peygamber (s.a.v) muhaliflerini dinlemek asla uygun değildir. Kimileri de Kur’an ve Peygamber (s.a.v) âşığı gibi görünüp, arştan kürsten bahseder ama ezan okunduğunda insanlar namaza durduğu vakitte namaz dahi kılmadıklarına şahit olursunuz. Bu anlayışlardan da Rabbim hepimizi muhafaza eylesin. Demek ki Hal ile kâl’i bir olan, Kur'an ve sünnetin yaşandığı gönül iklimlerinde yerimizi almalıyız. Toplum olarak da Allah'ın kendisinden razı olduğu ve Makam-ı Mahmud’a yükselttiği Hz. Peygamberi (s.a.v) bırakıp başka önderleri ön plana çıkaran gençliğimizi yakın bir takibe almalıyız. Rabbim bizlere dini kaynaklarında ve vecibelerinde idrak,iz'an ve şuur üzere bir teslimiyet lütfeylesin. Bu bağlamda Kur'an'ın ve onu bize tebyin ve yaşantısında teşhir eden Rasûlullah’ın (s.a.v) onun mukaddes yolculuğunun hadim’i ve müdavimi olan sadık dostlarının izinden yürümeyi lütfeylesin.
Selam ve dua ile…