İnsanın kimliğini kazanmasında çevre faktörünün çok önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu faktörün en önemli mihenk taşı ise hiç şüphesiz yine insanın kendisidir. Cenab-ı Hakk'ın yaratarak kendisini tercih (irade) sahibi ulvi bir varlık olarak ilan etmesiyle emrine herşeyin hadim kılındığı insan ise Hakk'a dair üzerine düşeni yapmakla mükelleftir. Nisyan ile malül olan insan bu mükellefiyetin gereğini de maalesef yeterince yerine getirememektedir. İnsanı bundan alıkoyan nefsine olan tutsaklığının neticesindeki zaaflarıdır. Bu zaaflarının bir başka yönü de hırs ve tamahdır. Öyle ki, bulunduğu halde henüz kendisine verilen nimetlerin farkında olmayan insanoğlu başkalarının hayatlarının hayali ile ömürünü tüketebilecek zaafiyettedir. Çevresindeki kişilerin hayatlarına bu denli önem veren insanoğlu odaklandığı hayatlardan dolayı da çevresindeki güzelliklerin pek farkına varamamaktadır. Başkalarının hayatlarının hayaliyle yaşamaya çalışan bu yorucu hayat sahipleri, ilerleyen süreçlerde kalabalıklar içerisinde yalnızlar olarak hayatlarını sürdürmek zorunda kalmaktadır. Oysa ki, Bilmezler ki başkalarının hayatlarının hayali ile sultan olmaktansa kişinin kendi hayatının esareti altında olması evladır.
İnsan kendisini sosyal hayattan, çevreden ve bunların tamamını kuşatan kulluk şuurundan soyutlayınca başka görüyor, başka anlıyor ve başka yaşıyor. Ve bunların tamamı insanın aleyhine başkalaşıyor. Kişinin kendisini ilahi nizamın lütfettiği hayat ve çevre faktöründen bu tecrit edişi etrafına dair algı ve anlayış potasını da maalesef dumura uğratıyor. Örneğin; İlahi nizam’ın öğretileri kapsamında hayata bağlılığıyla kuvvetlenen insanoğlu ona koyduğu mesafe ile hayattan kopuyor. Prof. Dr. Sadettin Ökten'in katıldığı bir söyleşide bu konuya dair ifadesi manidardır. Ökten meseleyi şu şekilde ifade ediyor: “Ovalara yerleşmeyeceğiz. Ovalar ziraat içindir. Dağlara, yamaçlara çıkacağız. Kitab-ı ilâhide de, hitab-ı ilâhide de bize beyan buyurulan hususlarda “Dağlar; arza çakılan çivilerdir.” İkincisi hafif bina yapacağız. Bunun için de ahşabı, çeliği kullanacağız. Betonarmeyi mümkün mertebe sarf-ı nazar edeceğiz. Gereken yerde eyvallah gerekmeyen yerde kullanmayacağız. Kerpiç'i kullanacağız. Az katlı bina yapacağız. Yayılacağız. Yayıldığımız zaman tabiatla ilişkiyi koparmamış olacağız. Yayıldığımız zaman semayla ilişkiyi koparmamış olacağız. Yayıldığımız zaman gözümüzün önünde hail olmayacak dağları görmemize karşı, ufku görmemize karşı. “Efendim romantizme mi kaydınız?” diye sorabilirsiniz. Evet, romantizme kaydım. Çünkü; yaratılmış kainatı görmek, temaşa etmek, tuluu ve grubu temâşa etmek bize manevi bir haz verir. Buna estetik haz da diyebilirsiniz.Ama modern estetik bunlardan hazzetmez. Ufkun resmini yapan ressamı seçer. Ben de diyorum ki; Kul ressamı seçme. O hadisenin esas vazlığını seç.” burada da ifade edildiği üzere metni ana fikrine dair çıkarımda bulunmak adına okuduğunuzda ilahi nizama uygun hayat yaşamanın insanın mutlu olması için en önemli mihenk taşı olduğunu görmekteyiz.
İnsan ancak insanla insanlaşabilir. İnsanın insanlaşmasının önündeki en büyük engellerden birisi ilah’i nizam'a olan mesafesidir. Bu mesafe insana kendisini unutturacak boyuta da varabilir. İnsanın kendisine yabancı olması Allah'ın nimetlerine de yabancılaşmasına sebep olmaktadır. Var olan nimetlerin güzelliğinin ve hoşluğunu farkına varamayan bu anlayış, kendisine yabancı olmasını gerektirecek yönelişlere temayül ederek maalesef ki bu uğurda bir ömür harcamasına sebep olmaktadır. Rabbimizin bu tür yönelişlerden muhafaza ederek yönelişimizi kendisine rücû eylemesini niyaz ediyoruz.
Selam ve dua ile…