…Eski ahşap kapı gıcırdayarak açıldı ve sabahın serin, tatlı ve bir o kadarda keskin rüzgarı kesafetle içeri doluverdi. Bu sırada kapıyı aralayan henüz otuzlu yaşlardaki kadıncağızın yüzü sabahın seherindeki bu keskin soğuk ile sanki limon yiyormuşçasına eşkimsi bir hal aldı. Her sabah olduğu gibi bu sabah da kadıncağız erkenden uyanmış ve kahvaltısını hazırlayarak yedirip içirdiği kocasını yola vurmak için küçücük bahçelerine çıkıvermişti. Ardı sıra gelen kocası elindeki sefertası ve çapaklarla dolu yarı açık, yarı kapalı gözlerini kısarak bahçenin avlusuna çıktı. Bahçe o kadar küçüktü ki şu an üç beş kişi daha girse bahçede duracak yer kalmayacaktı. Kocasını adeta resmi bir merasim edasıyla uğurlamakta olan kadın hemen bahçenin sokağa açılan kapısına doğru yöneldi ve eşi için kapıyı araladı. O anda bahçe kapısının gıcırtısı ile adamın uyuklamaklı gözleri açıldı. Hanımına döndü “Hadi, Allah'a emanet olun.” dedi. kadın ise buğulu ve kısık bir ses ile “Günün hayrola Bey! Allah’a ısmarladık.” dedi. Bu sırada adam hayatın omuzuna yüklediği yük ve yorgunluklarla bahçeden çıkmış aynı hayat ile mücadelesine kaldığı yerden devam etmek üzere yol almıştı bile…
… “Kızım Mukadder! Hadi kızım! Okul'a geciktin!” sesine istemsizce açıldı Mukadder'in deniz mavisi gözleri.Vakit bir hayli geçmişti. Annesi Emine Hanım sabahın erken vaktinde Eşi Hakkı Bey'i işine uğurladıktan hemen sonra kızı için yumurta haşlamış ve çok sevdiği kerti peyniri (göğermiş peynir) sofranın baş köşesinde olmak üzere birkaç kahvaltılık azığı hazırlamıştı. Şimdi “Mavişim benim!” diyerek sevdiği kızı Mukadder'in sapsarı saçlarını hem tarayıp hem de koklamaktaydı. Kızı: “Anne, babam çıktı mı?” diye sorunca “Evet kızım.” dedi annesi. “Peki, Nar alacaktı. Aldı mı?” Diye sorunca Emine Hanım:“Kızım kaç kere sordun? Ben sana ne zaman alabileceğimizi söylememiş miydim?” Mukadder: “Ayın on beşi demiştin.Anne.” Devamında Mukadder: “Anne peki bugün ayın kaçı?” Emine Hanım: “On beşi kızım.” Mukadder: “Yaşasın! O zaman bugün getirecek öyle mi?” Emine Hanım: “Evet deli kızım, Evet… bugün getirecek.” Mukadder’in gözlerinin içi gülüyor, sevincinden açık kalan ağzından taa arka dişleri görünüyordu. Mukadder iki hafta önce okulda arkadaşının Nar yediğini görünce canı çok çekmişti de annesini iki haftadır “Bana nar alın. Nar,nar,nar…” diye sıkboğaz etmekteydi. Evlerinin yakınına kurulan semt pazarının önünden geçerken de Nar tezgahına iç çekerek bakmıştı birkaç kere...
Annesi saçlarını taramıştı “Hadi kızım! Hadi geç kaldın. Kahvaltını yap ve hemen çık. Çünkü çok geciktin.” Dedi. Mukadder babasının akşam erken geleceğini ve nar getireceğini duymuş ve sanki doymuştu. Annesinin ısrarıyla sadece yumurtasını yemiş çok sevdiği kerti peynire dahi el sürmemişti. ‘Şimdi yersem akşama narımı yiyemem.’ diye düşünüyordu içten içe.. Annesi ne kadar ısrar ettiyse de fazlasını yemedi. Annesi biricik kızını sabahın erken saatinde eşi Hakkı Bey'i uğurladığı gibi bahçenin kapısı önüne kadar küçücük ellerini tutarak getirdi. Onu gören sanki kızını gelin çıkarıyor zannederdi. Öyle yumuşak adımlarla, elinden tutarak masmavi gözlerine son kez baktığını ve kendisi görmese de meleklerin gelinliğini giydirmiş olduğunu bilmeksizin… Kucakladı kızının minicik bedenini…. öptü,öptü,öptü…
…vakit ikindiyi bulmuş Emine Hanım küçücük bahçelerinde bu sabah kurutmak için astığı çamaşırları toplarken, yerine yenilerini asmaktaydı. Bahçenin içini okuldan çıkan çocukların ve evlerinin hemen yanı başında kurulan haftalık semt pazarındaki kalabalığın sesleri doldurmaktaydı. Bahçenin kapısı aralandı ve bir gölge belirdi. Emine Hanım kızı Mukadder’in geldiğini düşünerek bahçenin kapısına doğru baktı. Gelen kişi elinde iki poşet ile Eşi Hakkı Bey’di. Poşetlerin birinde üç-dört sıcak ekmek diğerinde ise kızı Mukadder için aldığı bir kilo Nar vardı. Gözü kör olası yokluk! Oysa ne zamandır istemişti de kızcağız daha yeni alabilmişti Babası Hakkı Bey. Ne yapsın! Zavallı adam evini kıt kanaat geçindiriyordu. Hem biraz kazanabilseydi o da ilk önce bu evden taşınacaktı. Ah Hakkı Bey! ama nerde! Açıkçası yaşanılacak gibi değildi şu pejmürde yıkıntı. Evin içi Güneş görmediği gibi nem,rutubet ve bunlara bağlı hastalıklar… Henüz Emine Hanım’a doğru yürümemişti ki bahçe kapısı peşi sıra ardına kadar ittirildi ve bir ses “Emine Teyze!…Emine Teyze!” çığlığıyla kapıda belirdi. Emine Hanım korku dolu gözlerle gelen çocuğa baktı. Ağlamaklı ve titrek bir sesle “Mukadder.. Mukadder..” diye bağıran ses kızı Mukadder'in en yakın arkadaşı Fatma’nın sesi idi. O anda Emine Hanım’ın elindeki çamaşır selesi yere düştü. Pek de anlaşılamayan kısık bir sesle “Ne oldu!!!??” diyebildi…
…havaların soğumaya yüz tuttuğu bir güz mevsiminde pastırma yazı diye adlandırılan bir gün… Bir park'ta bulunan bank’ın üzerinde ayaklarını Güneş'e karşı uzatarak ovuşturmakta olan doksanlı yaşlarında ihtiyar bir kadın oturuyordu. Kısık gözleri az ötede bir yere doğru odaklanmıştı. Pür dikkat karşısında bulunan salıncak üzerindeki 12 yaşlarında bir kız çocuğunu ve onu ittirerek sallamaya çalışan orta yaşlı bir kadını izliyordu. Bir taraftan da derin derin iç çekiyordu. Orta yaşlı kadın salıncaktan biraz uzaklaşınca salıncaktaki kız hızını arttırmak için ayaklarını birleştirerek ileri doğru uzattı ve kendini iyice ileri doğru atmaya başladı. Anlaşılan daha da hızlanmaya çalışıyordu. Bu sırada az önce kendisini sallayan ve şu an kendisinden uzaklaşarak yaşlı kadının yanına banka doğru oturmaya gelen kadına ardı sıra “Anne, Kağıt Helva alalım mı? “ diye seslendi.”Baban geldiğinde Kızım!” diye karşılık verdi Annesi. Bu sırada yaşlı kadının yanına oturmuştu. Yaşlı kadın bu konuşulanları işitince. Gözlerinden boncuk boncuk yaşlar dökülmeye başladı. Bu durum kızın annesinin dikkatinden de kaçmamıştı… Evet, bu yaşlı kadın Emine Hanım’dı. Yaklaşık 62 yıl geçmişti kızı Mukadder'i semt pazarında bir trafik kazasına kurban verdiği günden bu yana. Kızına dair hatırladığı şu manzara gözünün önünden hiç gitmiyordu: Pazarın hemen çıkışında kanlar içinde yatan soğuk bedeni ve nar tezgahına doğru bakmakta olan soluk mas mavi gözler… Eşi Hakkı Bey de yıllar önce Hakk'a irtihal eylemiş olan Emine Hanım hayatında birçok inişler ve çıkışlar yaşamıştı da hiçbir zaman aklından çıkmamıştı kızı, sarı saçlı mavişi Mukadder’i. Kulak misafiri olduğu ve kendini göz yaşlarına boğan ana- kız’ın konuşmasına dair. Yanındaki kadına (kızın annesi) dönerek. “Kızım bazı şeyleri hiçbir zaman erteleme. Hayat ertelemeye olanak tanımıyor. İmkan; sizlerin gerçekleştirmek istediklerinize yönelişinizdeki samimiyetin adıdır bir bakıma. İstemek ile arzulamak arasındaki fark gibidir. Bir arzu varsa ertelenmemeli. Fırsat oluşturabilmeli. Unutma ki “Ama..” “Keşke!” den yeğ ve evladır. Benim de bir kızım vardı. Benden ısrarla Nar istedi de haftaya, yarın, bugün diye diye geç de olsa ona nar aldım fakat bu gecikmişliğimden onu yemek kızıma nasip olmadı. Bu Allah'ın emri idi.Amenna! Onun nar’da ki nasipsizliği benim narımdan nasiplenmeme vesile olmuştu!!! Allahûalem ben ona değil de kendime nar almışım hem de altmışküsur yıldır sönmeyen bir nar… Şimdi ben nar yiyemiyorum. Zira, içim nar gibi; Yanıyor! İçim Nar gibi; bin parça! Anlayacağın ben ona ha bugün, ha yarın Nar alırım derken. O beni hem Nar alamamanın narıyla hem de 62 yıllık ayrılığın narıyla baş başa bıraktı. Meğer babasından bana nar istiyormuş. Nerden bileyim? Ne diyeyim; Unutma ki, ALLAH’A KULLUK başta olmak üzere -Ertelersen yarına, düşersin hasret ve pişmanlık narına.-”
(yaşanmış bir hikayeden esinlenerek kaleme alınmıştır. )
(Filistin başta olmak üzere Dünyanın değişik coğrafyalarındaki tüm masum, mazlum ve mahzun annelere, çocuklara ve gönüllere ithafen…)
Selam ve dua ile…