DÜŞÜNÜP DURSA DA YAZAR, GÖNLÜNE DÜŞENİ YAZAR.

Kıymetli okurlarım yazılarımıza gösterdiğiniz ilgi ve teveccühlerinizden ötürü hepinize çok teşekkür ediyorum.  Bu hafta sizlerle yazdıklarıma dair bir paylaşımda bulunacağım. Sizlerin de dikkatinizden kaçmadığını ümit ettiğim üzere başlıklarımız genelde ilgi çekici bir sunumla karşınıza çıkarak siz okuyucularımızın merak duygusunu uyandırmakta. Şu bir gerçek ki başlıklar için ayrıca düşünmüyor değiliz. Zira başlıklar içimizin titremesiyle kaleme aldığımız yazılarımızda bir evin çatısı ya da bir mağazanın vitrininden farksız bir anlam barındırmakta. Bir evin kapısındaki ihtişam ve göz alıcılık ne ise bir yazılı eserinde başlığıda en az o kadar önemlidir. Bu bakımdan başlıklarımızı oluştururken en az ele aldığımız konu kadar başlıklarımıza da ehemmiyet göstermekteyiz.

 

    Açıkcası hiçbir şeyine anlam veremediğimiz şu fani ve umarsız dünyada ortaya koyduğumuz ve başlığına dahi bu kadar özen gösterdiğimiz yazılarımızda anlaşılmak gibi bir derdimiz yok. “O zaman Neden yazıyorsunuz?” derseniz, şöyle izah ederiz; Sait Faik Abasıyanık'ın ifade ettiği gibi “Yazmasaydım, deli olacaktım!” Bizimki de bu minvalde gerçekleşen bir hadise. İnsanları, toplumu ve toplumda oluşan hadiseleri kendimizde kendimizce gerçekleşen bir değerlendirmenin neticesi… Ya da  bizde sloganik bir şekilde ifade edecek olursak “Delirmeseydik, yazmazdık!” diyelim o zaman. Öyle ya! İnsan zaten delisi olmadığı bir şeyi sürdüremez ve güzelliğiyle künhüne kavuşamaz. Bu da demek oluyor ki bu bağlamda herkes gibi olmamanın adıdır “Delilik” bir bakıma! Düşüncesizlikten kaynaklanan ‘delilik’ değil, düşünmekliğin deliliği… Hani düşünmeyi kendine zul sayanların “Fazla düşünme! Kafayı yersin!” telkinlerini umursamayanların kafayı sıyırmışlık durumu… Çünkü bilir ki bu telkinleri verenler bilakis umursamamazlık hastalığına tutulmuşların ta kendileridir. Öyle ki bu durumlarının da umursamamazlıklarından

dolayı farkında değillerdir! İşte bu düşünce dehlizlerinin karmaşıklıklarının sadeleştirimesinin yazıya aktarılması… Aklın tahakkümünden uzaklaşarak gönül ikliminde bazen realiteye bağlı ama çoğu zaman realiteyi esareti altına alan özgürlük yazıları... Aklı inkar etmemekle beraber onun bir âza oluşunu unutmayıp göz ve kulak gibi yanılabilirliğini hatırdan çıkarmadan meseleleri ele alarak… Yanılabilirliği bilerek “Çok bilen:çok yanılır.” düsturunu ilke edip benimseyerek…

 

 Haklı olarak bu zaviyelerden değerlendirmeler yaptığınızda insanlar tarafından anlaşılmak zor, yorucu ve yıpratıcı... Bu da sizi ayakta tutan en önemli unsur… Düşünsenize yazılarınızda bir tarafsınız! Bir yazıda taraflı olmamak mahküm olmaktan evladır. Zira Hak’ ve ‘Hakikat’ gayrısı taraflılık bir yazarın intiharıdır. Çünkü yazar iç sesini dinleyendir. Onu bir başkasından ayıran en önemli özelliği başkası adına düşünebilmesi ve yazabilmesidir. Yazınsalında kendini dahi eleştirebilendir. Yazarın doğrunun ve hakikatin temsilcisi olmaktan başka bir amacı yoktur ve olmamalıdır. Yazdığı içerik veya karakterler ütopik bir kurgu olsa dahi hakikatin parıltılarını üzerinde taşımalıdır. Gönlünü meşgul edeni kağıt üzerine karalayan ve yazdıkları ile de hak edenleri paralayandır Yazar. Her zalimin karşısında her mazlumun ise yanında saf tutabilendir Yazar. Onun işi zulmü ifşa etmektir. Güzeli anlatmaktır. Bu ifadelerin karşılığının günümüzde izafi olduğunu düşündüğümüzde yazarın işinin ne denli zor olduğu aşikardır. Öyle ya! zulüm, güzellik vs. gibi kavramlar artık kişiden kişiye değişen anlamlar içermekte… Peki bizim bu konularda durduğumuz yer neresi? Diye soracak olursanız;  Bizim duruşumuz Mevlana'nın pergel metaforu düzleminde olduğu gibi kurgulanmıştır. Pergelimizin sivri ucu Kur'an-ı Kerim, Sünnet, Sahabe, Allah dostları’na sabitlenmiş ve pergelimizin diğer ucu sabitlenmiş olduğu kutsal yörüngenin tevdi ettiği oranda açılarak insanlara ve insanlığa güzellikler neşretmektedir.

 

Selam ve dua ile…

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.