Çocuk sahibi olmak, anne ve baba olmak duygusunu tatmak birçok insanın evlilik yolundaki en büyük hayallerinden biridir. Öyle ki bu hayal, evlilik kurumunun oluşmasındaki temel gayelerden birisidir. Bu ifadelerimiz sorumluluğunun bilincinde olan ebeveynler için geçerlidir. Onlar çocuklarını Allah'ın emaneti, mutluluklarının meyvesi, evlerinin nadide çiçeği olarak görür ve çocuklarının hemen her şeyi ile elinden geldiğince ilgilenmeye gayret ederler. Çocuğunun kendisinin, kendisinin de çocuğunun cenneti veya cehennemi olabileceği şuuruyla… Tabi ki bu takip ve ilgi ebeveynlerin yaşam şartlarına göre değişiklik göstermektedir. Şöyle ki kimi anne-babanın sosyal ve ekonomik durumu yerinde olup gözü görmeyip harcarken kimi anne-baba ise kıt kanaat çocuklarının ihtiyacını karşılar. Bu durum varlık-yokluk kıskacı ile alakalıdır. İşin ilginç ve bir o kadar önemli olana tarafı ise anne ve babanın evladını yetiştirirken göstermiş olduğu gayretleri bilindik varlık ve yokluk tanımlamasıyla değerlendirilmemelidir. Zira, kimi ebeveynler evlatlarını yokluk içerisindeki hayatlarında varlık deryasında yaşatırken kimileri de varlık içerisinde yoklukla yaşatmaktadır. Bu ifade biraz çelişkili gibi gelse de toplum nezdinde bir gerçek maalesef. Bu noktada “Varlık” îzâfi bir kavram olmaktadır. Mesela; bir hasta için sağlık en büyük varlık olurken, fakr-u zaruret içerisinde biri için varlık servet adını alıyor. Sorumluluğu gereği bir işi yetiştirmeye çalışan biri için zaman en büyük varlık olurken, hasret çeken biri için yollar ve yıllar sonrası vuslat da en büyük varlık olmaktadır. Bu örnekler çoğaltılabilir. Hayırlı bir evlat ise dünyamız ve gönül iklimimiz için en büyük varlıktır. Onun hayattaki duruşu bizi ihya ettiği gibi düştüğü yanlışlar da ağzımızın tadını kaçırabilmektedir. Çocukların başarılarıyla onur duyulduğu gibi tasvip edilmeyen durumlarıyla karşılaştığınızda ise hüzüne kapılabilmektesiniz. Bir bakıma hayattaki en önemli motivasyon kaynaklarınızdan biridir evlat. Peki, kendinizi hiç “evladıma yeterince sahip çıkabildim mi?.” diyerek sorguladınız mı? Ya da “Sorunları büyüdükçe artıyor!” diye düşündüğünüzde bir cevap bulabildiniz mi? Muhakkak bir çoğumuz bu düşüncelere dalmış fakat pek tatmin edici bir cevap bulamamıştır.
“Çocuk büyüdükçe sorunlar büyür.” sebebi şu olabilir mi? Çünkü; çocuk büyüdükçe insanları tanır ve tanıdıkça insanlar gözünde küçülür bu böyle devam eder… İnsanlar küçüldükçe insanlık küçülür… İnsanlık küçükleşince insanlığa olan güveni küçülür… Bunu kendi büyümekliğine bağlayınca çocuk büyümek istemez. Tabi bunuda başaramayınca kendini toplumdan soyutlar. Demek ki sorun insanların büyümesinde değil! İnsanın kendisi büyüdükçe insanların küçüldüğünü görmesi neticesinde geriye kalan insanlıktan çocuğun yarım kalmış kendini tanımlayabilmedeki olgusudur. Bu bocalamalar ile kendine bir hayat tasavvur etmeye çalışır. Büyüdükçe insanların ne mal olduğunu anlamak anlamsızlığıyla bu tasavvuru sürer gider…
Çocuklarımızın çevrelerini anlayabilmelerine olanak sağlamalıyız fakat bunun yanında her türlü gayr-ı meşru ortamdan uzak tutarak, akl-ı selim bir duruş ve bakışla yetiştirmeye dair çabalarımız devam ettiği gibi gayr-ı meşru'yu televizyon ekranları ve cep telefonlarıyla evimizin içerisinde barındırdığımız gerçeği ile de hareket etmeliyiz. Unutmayalım ki bağımlılık sadece uyuşturucu ile olmamaktadır. Ekran bağımlılığı da çok önemli bir faktördür. Maalesef artık sarhoş olmak için alkol almaya gerek duyulmayan bir ortamda yaşamaktayız. Çok dikkatli olmalıyız. Evlatlarının uyuşturucu kullanmaması için azami dikkat eden ebeveynler onların yönelişlerindeki yönlendirme görevlerindeki eksikliklerinin farklı bir uyuşturucu tesiri yaptıklarının farkında olmalılar. Cenab-ı Hak hepimizin işlerini âsan eylesin. Rızasına uygun evlat yetiştirmeyi nasip eylesin. Bizlere de “Evladım, Sultan Fatih senin yaşlarında İstanbul’u fethetti.” derken onun adına “Babacığım, Onun Sultan Murat gibi bir babası, Hümâ Hatun gibi bir anası, Akşemseddin gibi bir hocası vardı.” idraki ve yaşantısıyla bir yaşam sürebilmeyi nasip eylesin.
Selam ve dua ile…