CUMA SURESİ NÜZULÜ VE KONULARI

Mushaf’taki sıralamada altmış ikinci, iniş sırasına göre yüz onuncu süredir.
Saf süresinden sonra, Fetih süresinden önce Medine’de nâzil olmuştur.
Cuma suresi ismini dokuzuncu ayetten almıştır.
Bazı araştırmacılar, 11. ayette değinilen ve surenin nüzul sebebi olarak gösterilen olayın meydana gelişiyle ilgili bir kısım karinelerden hareketle hicretin 1. yılında indiğini belirtirler (bk. Emin Işık, “Cum‘a Sûresi”, DİA, VIII, 92).
Derveze, surede Yahudilerden bahsedildiği, Hendek Savaşı’ndan sonra ise Medine’de Yahudi kalmadığı noktasından hareketle en azından bu savaştan söz eden Ahzâb sûresinden önce inmiş olması gerektiğini ifade eder (VIII, 227).
Ebu Hureyre den yapılan rivayette, kendisinin Müslüman olduğu yıl olarak belirtmesi bazı müfessirlerce reddedilmiş olsa da!
İbn Âşûr’un belirttiği gibi Hendek Savaşı’ndan sonra da bazı Müslümanların Hayber Yahudileriyle ortak ziraî faaliyetleri devam ediyordu ve aralarında sıkı bir iletişim bulunuyordu (XXVIII, 169); dolayısıyla surede onlardan söz edilmesini yadırgamamak gerekir ve Ebû Hüreyre’nin rivayeti esas alınarak bu surenin Hayber’in fethedildiği yıl nâzil olduğu düşünülebilir (XXVIII, 204, 205).
Cuma suresi on bir ayettir.
Surenin konuları
Cuma suresinin asıl konusu Cuma namazının farz kılınmasıdır. Bunun yanında Peygamber Efendimiz (sav)in insanlara Kur’an-ı ve hikmeti öğretmesi ile birlikte başka konuları da mevcuttur.Sureyi daha iyi anlayabilmek için, bazı ayetleri de yazıma alarak birlikte tefekkür edelim inşallah.
Bu surede “Sebbeha” kelimesiyle başlayan “Müsebbihat” surelerinden biridir. Bu konuyu önceki surede açıkladığım için burada gerek görmüyorum.
Hak Teâlâ, Kendisinin birliğini ve her şeyden münezzeh olduğunu bildirdikten sonra, nübüvvet (peygamberlik) müessesesini ele alarak, şöyle buyurmuştur:
“O, ümmîlere, içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”
(Allah, o peygamberi) onlardan henüz kendilerine katılmayan başkalarına da göndermiştir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.” Cuma/2-4
İkinci ayette; Peygamberin temel görevi Allah’ın ayetlerini okumak ve aldığı vahyi olduğu gibi bildirmektir. İnsanları arındırma yani ruhen yücelmeleri, davranış güzelliğine erişmeleri ve insana yaraşmayan
hallerden kurtulmaları için onları eğitmek, tebliğ ve eğitimle yetinmeyip aynı zamanda öğretmek ve açıklamak (kitabı ve hikmeti öğretme) şeklinde özetlenmektedir.
Resûl-i Ekrem (sav)’in yalnız ilk muhataplarına değil daha sonra geleceklere de elçi olarak gönderildiği belirtilmekte, peygamber ve vahiy gönderme veya peygamberlik görevi vermenin ilâhî bir lütuf olduğu, bunun da ancak Allah’ın dilemesine bağlı bulunduğu bildirilmektedir.
Hak Teâlâ daha sonra, Tevrat'taki hükümlerle amel etmekten ve Hz. Muhammed (sav)'e iman etmekten yüz çeviren o Yahudilere bir benzetme yaparak şöyle buyurmuştur;
“Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
De ki: “Ey Yahudi akidesini benimseyenler! Bütün insanlar değil de, yalnız kendinizin Allah’ın dostları olduğunu iddia ediyorsanız, (bunda da) samimi iseniz haydi ölümü isteyin!”
“Ama onlar, daha evvel yaptıklarından dolayı asla ölümü istemezler. Allah, zalimleri hakkıyla bilir.”
De ki: “Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, o mutlaka size ulaşacaktır. Sonra gaybı da, görünen âlemi de bilen Allah’a döndürüleceksiniz de, O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.” Cuma/5-8
Yahudiler Allah’a ve Hz. Musa (as)a inandıkları için, onlara yeniden iman akidelerini anlatmaya gerek yok. Onlar bu konularda bilgi sahibidir.
Ne var ki kendilerine Tevrat yüklenen yani onunla yükümlü tutulan (Zemahşerî, IV, 96-97) Yahudiler bu sözlerini hatırlamak istemediler. Ama bu yükümlülüğü inkâr da edemedikleri için Tevrat’ın yükü sırtlarında kalmış oldu. Bu yük omuzlarında hissettikleri bir sorumluluk olmaktan çok sırtlarında taşıdıkları bir ağırlık halinde kaldığı için, bu tutumu benimseyen ler 5. ayette oldukça ağır bir benzetme yapılarak eleştirilmiştir.
Sırtında koca koca kitaplar taşıdığı halde onların sadece maddî ağırlığı altında ezilen ama kendisiyle onların içerikleri arasında bir bağ kurma yeteneğine sahip olmayan kimseler merkebe benzetilmiştir.
Bu misal, somut düşünmeyi ve sonuçlar çıkarmayı kolaylaştıran canlı bir örnek olduğu için kuşkusuz sırf Tevrat’la yükümlü tutulanlara değil benzer tutumu benimseyen bütün ilâhî dinlerin mensuplarına yöneltilmiş bir eleştiri ve uyarı niteliğindedir. Allah (cc) ders çıkaranlardan eylesin.
Son bölümde belirtilen ölüm ve ahiret hakkında Tevrat ta bir bilgi var mı? Yok mu? Müfessirler tarafından tartışılmış, diğer surelerde geçen Yahudi toplumu ile ilgili ayetler ışığında farklı tahliller yapılmıştır. Bu konuyuyazımızda sadece ayet manasıyla bırakıp sonraki bölüme geçiyorum.
Cuma suresinin son üç ayeti Cuma namazı ile ilgili olup şöyledir;
Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.”
“Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.”
(Durum böyle iken) onlar bir ticaret veya bir oyun eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona koştular ve seni ayakta bıraktılar.
De ki: “Allah’ın yanında bulunan, eğlence ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” Cuma/9-11
Dilimizde cuma şeklinde telaffuz edilen “cum‘a” (cumu‘a, cuma‘a) kelimesi, “toplamak, bir araya getirmek” anlamına gelen “cem‘” kökünden türetilmiş bir isimdir. Cuma gününün önemi ve faziletiyle ilgili çokça hadis-i şerif mevcuttur. Bunlardan ikisi şöyledir.
“Güneşin doğduğu en hayırlı gün cumadır. Âdem o gün yaratılmış, o gün cennete girmiş ve o gün cennetten çıkarılmıştır. Kıyamet de cuma günü kopacaktır” (Müslim, “Cum‘a”, 18);
“Cumada öyle bir an vardır ki eğer Müslüman bir kul o anı denk getirir Allah’tan iyi bir dilekte bulunursa Allah onu kendisine muhakkak verir” (Müslim, “Cum‘a”, 13-15).
Cuma günü öğle vaktinde öğle namazı yerine kılınan namaza cuma namazı denir. Belli şartların varlığı halinde cuma namazının farz olduğu hususunda icmâ vardır.
Cuma namazı farzıyla, sünnetiyle, adabıyla topyekün ve teferruatlı bir konudur. Bu yazımda sadece bu kadarını izahla yetiniyorum.
Selam ve dua ile