Bu Avrupalılar ki Çanakkale’de, birikerek toplanarak haksız yere saldırmak için, organize olmuşlardı. Âkif şiirlerinde, Avrupalı’dan kibarlık ve zerafetle bahseder. Ama ruhları vahşet dolu olan bu insanlar, Avrupalı değillerdir.Nerede derken, o Avrupalı yok.Kim var? Vahşi bir güruh. Bunlar millet olamazlar. “ Bunlar canavar sürüsü, vahşetle yüklü varlıklardır ”der.
Bunlar canavardaki özelliklere sahiptirler.Yırtıcılardır, duymaz, işitmez,histen mahrumdurlar. Bunlar ölüler yiyen sırtlan kümesidirler.“ Dedirir,yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi”. Kendi iğrenç istekleri ile kazandıkları bir yapının ifadesidir bunlar. Dejenere olmuş insan özelliğidir.
Bunlar, Avrupa hapishanelerinden kaçıp gelmiş suçlulardır. Kafesinden kaçan vahşi hayvanlar gibidirler.Bunlarda makul insan hakkı yoktur.Yine de ufacık karaya dayanamadılar.
Eski dünya, yeni dünya, bütün akvâm-ı beşer. Avrupa’daki askeri güçleri, sömürgeleri Avustralyalılar gelmişler. O kadar büyük bir düşman ile geldiler ama başarılı olamadılar. Düşman büyük ama Osmanlılar onlardan daha büyük. Bunlar kum gibi, tufan gibi, mahşer gibi kaynıyorlar. Kanada, Ostralya, yedi iklimden getirilmiş insanlar,kendi çocuklarını değil, sömürgelerindeki çocukları getirmişler.
Türk’ü,kendi coğrafyasından kovmak için çalışıyorlar.
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk. Çanakkale’ye farklı renkleri taşımışlar. Sade bir hadise var. Vahşetler denk. Hepsi de ta nerelerden zulüm ve vahşetlerini ortaya koymak için gelmişler.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ / Hani, tâ’ûna da zuldür bu rezil istilâ !.. Bunlara salgın hastalık demek bile hastalığa hakarettir. Bunların ki rezil bir istilâdır. Âh o yirminci asır yok mu, o malûk-i asîl. Âkif bunları medeni değil, makinaya dönüşmüş, ölüm kusan silahlarla mahveden, bir asır diye telakki eder.
Avrupalı mertliğe sığmayan bir şekilde savaşır. Bu da onların asaletten mahrum olduğunu gösterir. Bunları sevenler hakkıyla sefildirler. Mehmetçiğin karşısında hasta ruhlarını kusmuşturlar. Ne yazık ki o günlerde, aydınlarımızda, bir Avrupalı hayranlığı vardır. Ama bunların bu maskesi Çanakkale’de düşmüştür. Ne oldukları görülmüştür. Bizi afet gibi, kavuran tavırları ortaya çıkmıştır. Onların insanlık edebiyatları sadece şiir, roman ve tiyatrolarına yansımış, Çanakkale’yi istilaya gelenlerde bunların hiçbiri yoktur.
Bu zalimlerin ellerindeki silahlar, devleti tahrip edecek kadar tahripkârdır. Silahlarının tesirleri ufukları parçalıyor,derinlikleri de zelzele gibi sarsıyor. Âkif, savaşın bu bölümünü canlı anlatır, tasvir eder. Yine de bu tahrip edici ayrıntı, Mehmetçiği korkutmaz, bilakis onlara güler. Zaten bizim en büyük özelliğimiz, korkusuzluktur.
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından / Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat iman ? Burada Âkif, Mehmetçiğin gücünü gösterir. Çelik tabyalar onu durduramaz. Göğsündeki iman da alınamayacak bir kaledir. O iman ki yüce Allah’ın gücünün bir timsalidir. İman diğer güçlerle kıyaslanamaz. Tarihimizde çok
az bir kuvvetle düşmanı mağlup eden savaşlarımız vardır. Tiryaki Hasan Paşa, az bir kuvvetle kaleyi savunup düşmanı kovmuştur. Bedir’de bir avuç kahraman koca Kureyş’i mağlup etmiştir. Savunma mevzileri, iman zırhını delemez. İman dolu göğüsler, yüce Allah’ın yaptığı savunma serhaddidir. İman, Allah’ın güçlülüğüdür.
Son kısımlar, kahraman Mehmetçiği tasvir ve öven mısralardır. Çanakkale’de savaşan nesil, Asım’ın neslidir. Bu nesil savaşan, cengaver ve asil ruhlu bir nesildir. Bu toprakların sigortası, onların mübarek kanlarıdır. Bu nesil şimdiye kadar vatanı çiğnetmemiştir, çiğnetmeyecektir. O, sınırsız büyüklüğün karşısında, başını eğmemiştir. İstiklalin sembolü olan hilalin dalgalanması için, Mehmetçik gibi, nice güneşler batmaktadır. Ayakta durmanın riski.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i…/ Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi. Bu bölümde anlaşılmaz, kapalı, karanlık imajlar kullanır. Allah’ın birliğini temsil eden mananın yaşaması için, o kanını vermiştir. Kanı ile büyük bir kavramı korumuştur.Kavram da büyüktür, Mehmetçiğin kanı da. Nasıl Bedir’de Sahabeler şehid olarak tevhidi dünyaya ilan ettilerse Mehmetçik de ona yakın bir şan kazandı. Bedir kaybedilseydi İslâm bitecekti, Çanakkale kaybedilseydi, bütün İslam dünyası küfrün çizmesi altında çiğnenip yok olacaktı. Gökten ecdad inerek o pak alnı öpse buna değer diyerek onun kıymetini anlatır.
Sonra Âkif, kahraman Mehmetçiğe görkemli mezar yapar,başına Kabe’yi diker, yedi kandilli Süreyya’yı oraya uzatır, gök kubbeyi kanayan lahdine örter, semanın mor bulutlarını kabrine tavan yapar,mehtabı yanına getirir… Şehitlerin kabrini süsleyerek harika benzetmeler yapar. Sanatçı dehasının ürettiği İlahi resimler zinciri ile görüntüyü anlatır, anlatır, anlatır. Bunlar orijinal tasarımlardır.
Son kısımda onları yüceltir. Selahaddin Eyyubi’yi, Kılıç Arslan’ı ona hayran bırakır. Çanakkale’nin büyüklüğünü şahıslar ve olaylarla anlatır. Kıyaslar ve benzetmeler yapar. Mehmetçiğin büyüklüğüne de ancak Peygamberin ona kucağını açması ile ifade eder.
Çanakkale Savaşlarının komutanlarından, başta Kurmay Albay Mustafa Kemal Atatürk’ü, Tümgeneral Mehmet Vehip Kaçi’yi, Tümgeneral Mehmut Esat Bülkat’ı, Tümgeneral Mustafa Hilmi’yi, Tümgeneral Cevat Çobanlı’yı, Tümgeneral Mustafa Fevzi Çakmak’ı, Tümgeneral Mehmet Ali’yi ve tüm komutanları ve tüm aziz şehitlerimizi rahmetle, minnetle anıyoruz. Mekanları cennet, makamları Cennet-i Âlâ olsun. Yata yata usanmasınlar, ruhları şâd olsun, rahat uyusunlar. Onlar bu milletin kalbinde ve gönlünde ebediyyen rahmetle anılacaklardır. Rabbim rahmetini üzerlerinden hiç eksik etmesin. Âmin, Âmin, Âmin !..
Selam ve saygılarımla …