S urenin bu bölümünde dinin Allah’a has kılınması anlatılmaktadır. “Hâlbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.” Beyyine/5 “Dini Allah’a has kılmak” “Allah’a gönülden inanıp tam bir dindarlık duygusuyla ve içtenlikle yalnız O’na kulluk etme” demektir. Buna göre ibadetlerde şekil de vazgeçilmez olmakla beraber, ibadetin özü ve ruhu niyet ve ihlâstır, tevhid inancı ve kulluk bilincidir. Hanîf ismi Kur’an dilinde her şeyden önce tevhid inancını kapsar ve daha açık olarak, “Şirk kuşkusu taşıyan her türlü sapkın görüşten uzaklaşıp Allah’ın birliği inancına yönelen ve ihlâslı bir şekilde yalnız O’na kulluk eden” anlamına gelir (bilgi için bk. Bakara 2/135; Rûm 30/30). İbadet teriminin genel anlamı içinde namaz ve zekât da bulunmakla birlikte, ayrıca zikredilmeleri, onların çok önemli ve değerli olduğunu göstermektedir. Gerek önceki kutsal kitapların aslında ve gerekse Kur’an’da insanlara sadece bir olan Allah’a ihlâsla ibadet etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emredilmiştir. Namaz Allah’a saygının, zekât ise insana şefkat ve sevginin en anlamlı ifadeleridir. Bu sebeple, ayette belirtildiği gibi tevhid inancı ve “Allah’a gönülden saygı ve itaat” anlamındaki ihlâsın yanında, namaz ve zekât da diğer ilâhî dinlerin bozulmamış şeklinde mevcut idi. Âyetin son cümlesinde bu vecîbelerin, ilâhî vahye dayanan “dosdoğru din”in kendisi ve doğru yolda giden milletlerin dini olduğu vurgulanmıştır. Surenin bu bölümünde inkâr edenler ile Ehl-i kitaptan Allah’a ortak koşanların cehenneme, İman edip salih amel işleyenlerinde cennete gidecekleri ifade edilmektedir. “Şüphesiz, inkâr eden kitap ehli ile Allah’a ortak koşanlar, içinde ebedî kalmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar yaratıkların en kötüsüdürler. Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar. Rableri katında onların mükâfatı, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat Rablerine derin saygı duyanlara mahsustur.” Beyyine/6-8 Bu surenin indiği Medine ve çevresindeki Yahudiler ve Hıristiyanlar, son peygamber Hz. Muhammed (sav)’in risâleti hakkında bilgi sahibi oldukları halde, o hak peygamberi ve Kur’an’ı inkâr ettikleri; putperestler ise, bir olan Allah’a ortak koştukları için halkın en kötüsü olarak nitelendirilmişlerdir. Onlara ibadet etmeleri ve namaz kılıp zekât vermelerinin emredilmesi İslâm dinini kabul etmeye çağrıldıklarını ifade eder. Sonuç olarak ayette, Hz. Peygamber geldikten ve tanıdıktan, hakkında yeterli bilgiye sahip olduktan sonra da ona iman etmeyenlerin ebedî olarak cehennemde kalacakları kesin bir ifade ile bildirilmiştir. Bunlar yaptıkları bu kötü fiilden dolayı yaratıkların en kötüsü olarak tanıtılmışlardır. Buna karşılık 7. ayette, iman edip iyi işler yapanlar –ki bunların başında namaz kılmak ve zekât vermek gelmektedir– halkın en hayırlısı olarak nitelendirilmiştir. 8. ayette ise müminlere dünyada yaptıkları iyi işlerin karşılığı olarak âhiret nimetlerinin en güzellerinden olan adn cennetlerinin verileceği, müminlerin bu cennetlerde ebedî olarak kalacakları haber verilmektedir. Bunlardan daha iyisi ise yüce Allah’ın rızâsını kazandıklarının müjdelenmiş olmasıdır. Dünyada Allah’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakındıkları için Allah Teâlâ onlardan razı olmuştur. Bir hadîs-i kudsîde belirtildiği üzere onlara gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insan aklına gelmemiş olan sonsuz nimetler verileceği için (Buhârî, “Tevhîd”, 35; Müslim, “Îmân”, 312) onlar da Allah’a karşı hoşnutluk ve memnuniyet hissiyle dolacaklardır. Surenin sonunda ise bütün bu nimet ve lütufların, kendisini yaratan, büyütüp besleyen ve yaşaması için her türlü imkânı sağlayan yüce rabbine karşı “haşyet” içinde olan, yani O’nun ululuğu karşısında derin bir saygı ve korku duyan, bu duygularla ürperip heyecanlanan mümine sunulacağı bildirilmiştir. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Çünkü bütün isteklerin en üstünü, bütün lezzetlerin en yükseği olan Allah’ın rızasına ermişlerdir. “gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hiçbir beşerin aklının ermediği” en büyük rızaya kavuşmuşlardır. (razı olmuş ve kendilerinden razı olunmuş) diye ifade edilen mertebeyi geçip (kendilerinden razı olunmuş ve onlar da razı olmuşlar) şeklinde ifade edilen hoşnutluk makamına ermişlerdir. Bu mükâfat ve rıdvan ise; Rabbinden korkanlara mahsustur. Yani bu başarının tek sebebi ve hikmeti Allah korkusunu duymaktır. Yukarılarda da geçtiği üzere haşyet, tazim ile sevgi neticesi olan saygı manasına bir korkudur. Onun için haşyet itaatte mutlak güzele layık, ihsana yaklaştıracak yüksek bir aşk heyecanı uyandıran güzel bir ruh halidir. Nitekim Müminun Suresi’nde; “Verdiklerini, Rablerinin huzuruna dönecekler diye kalpleri korku ile ürpererek verirler.” (Müminun, 23/60) buyurulmuştur. “Hikmetin başı Allah korkusudur.” (Keşfü’l-hafa, I, 507 (1350)) hadisinde de “mehafet” ten asıl maksat bu “haşyet” manasıdır. Bunun derecesi de ilim ve marifetin derecesi ile orantılıdır. Ondan dolayı “Kulları içinden ancak âlimler Allah’tan gereğince korkar.” (Fatır, 35/28) buyurulmuştur. Bir de haşyet, soyut (mücerred) korkudan şiddetli olması gerektir. Nitekim meleklerin vasfında “Onun (Allah’ın) korkusundan titrerler.” (Enbiya, 21/28) diye haşyet, işfak’a yakın olarak zikredilmiştir. “İşfak” ise korkunun en şiddetli derecesidir. İmam Razi’nin hatırlattığı üzere bu ayete “Kulları içinden ancak âlimler Allah’tan gereğince korkar.” (Fatır, 35/28) ayeti katılarak düşünülünce, hepsi ilmin ve âlimlerin faziletine bir delil teşkil eder. Şöyle ki: O cennet ve rıdvan, Allah korkusunu duyanlara mahsustur. Allah korkusunu duyanlar ise ancak âlimlerdir. Şu halde netice: O cennet ve rıdvan, âlimlere mahsustur. Bundan şu da anlaşılır ki kendisinin cennet ehlinden olduğu müjdelenen kimselerin Allah korkusundan uzak kalmak şöyle dursun, daha çok korku hissini artırmaları gerekecektir. Ondan dolayıdır ki peygamberlerin korkusu hepsinden çoktur. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah’ı en çok tanıyanınız, Allah’tan en çok korkanınızdır. Ben ise O’ndan en çok korkanınızım.” (Fahru’r-Razi, a.g.e., XXXII, 56.) Bu korkuyu duymayanlara duyurmak için bu sureyi Zelzele Suresi takip edecektir, hayır ve şerrin cezasının ne zaman ve nasıl olduğunu haber verecektir. Selam ve dua ile.