Allah Teâlâ’nın, değişmez esas vasfı Hak’dır. Bunun dışında her şey değişmektedir. İnsanda ve kâinatta bir bilinç birliği vardır ki bu akıldır. İnsandaki bu bilinç birliği, külli bilincin bir tezahürüdür. Bediüzzaman Hazretleri de bunu, güneşin denizdeki görüntülerine benzetmiştir. Yani görünen aynıdır,ama görüntü ayrıdır. İnsan aklı, külli aklın bir uzantısıdır. Mahiyet yönüyle aynıdırlar ama kimine az kimine çok verilmiştir, yani miktar yönüyle farklıdır.
Yüce Rabbimiz “Ben insanı topraktan var ettim ve ona ruhumdan üfledim” buyurmaktadır. Kâinat vardır, bedenimiz vardır. Ruhumuz vardır ve Allah (C.C.) Rabbimiz vardır. Allah tecezzi etmediğinden, ruh Allah’ın cüz’üdür denemez, ama ruh Allah’ındır ve Allah’tandır.Bu benzetişte, kâinat Allah’ın tecellisi olmaktadır. Tek fark, bizim vücudumuz, kâinatın cüz’ü olduğu için, kâinata muhtaçtır. Oysa ki Allah’ın tecellisi, bir şeyin parçası olmadığı için, başka bir şeye muhtaç değildir.
Biz, hiçbir zaman kendi vücudumuzu var etmedik,ama Allah, kendi tecellisini kendisi var etmiştir. Mutlaka zıtlıkların arkasında birlik vardır ve bir vahdet bulunmaktadır.Bu sözler Kur’ân-ı Kerim’in ayetlerinin açıklamaları ve yorumlarıdır.
Kur’ân-ı Kerim’e göre ruhlar eşittir ve hepsi de Allah’ın kendi ruhunun bir güzel kokusudur. Ruh ne yarımdır ne de iki mislidir. Ruhlarda teklik vardır. İnsan da böyledir.Tecezzi (bölünen) eden, farklı olan insan vücüdunun kendisidir. Bu vücuda beyindeki bilgisayarları ve programları da eklediğimizde insan, böylece insan olmaktadır. Zaman ve mekan dışı bir varoluş içerisinde, irade sahibi olan insanın yaratılması, ancak ve ancak sonsuz kudret sahibi olan Allah’ın büyük ilmine imanla anlaşılır.
Kur’ân-ı Azimüşşan ve diğer İlâhî kitaplar, peygamberlerin kıssalarından bahsederken, İlâhî davete ve değişmeye ayak uyduramayan kavimlerin helâk olduğunu, yerlerine de değişimcilerin geldiğini söylemektedir. Zaten peygamberler bu değişimden önce gelen haberciler olmuşlardır. Tarih boyunca da tutucular hep başarısız, değişimciler de başarılı olmuşlardır. Kur’ân, zıtlıkları vererek bunu misallerle açıklamıştır.
Bundan hareketle,hakça bir düzen içerisinde, ülkeyi bilge olanlar yönetmelidir,
ama bunu halk onaylamalıdır ve demokrasi mutlaka olmalıdır. Ama ne yazıktır ki bu, tarih boyunca hiç de böyle olmamıştır.Din, iş, ilim, siyaset adamları baştan çekişmeye koyulmuşlar, sonraları da kendi aralarında uzlaşıp milletleri birlikte sömürmüşlerdir.
Tarihte geçmiş topluluklarda her zaman dünya hayatını düzelten bir hayat felsefesi geliştirilmiştir. Bu da : Malları ve bedeni iyi kullanma,kötülüklerden uzak durma,insanlarla anlaşma ve kötülerle mücadele etme şeklindedir. Bu öğretilerini de Allah ve ahiret inancı ile de devamlı surette takviye etmişlerdir.
Hakça bir düzen olabilmesi için, yöneticiler asiller soyundan geldikleri için değil, üstün vasıflara ve özelliklere sahip oldukları için, yönetme haklarına sahip olmaktadırlar. Zaten bu düşünce, İslâm öğretisine çok yakındır. Çünkü İslâm’da
yönetme bir hak değil, görev sayılmıştır.Kim en iyi yapıp başaracaksa o yapmalıdır. Yani soylular değil, bilgeler yönetmelidir, fakat kabiliyetli olanlara da kapı açılmalıdır. Osmanlılarda olduğu gibi.
Diğer tarafta, İnsanlık Anayasa’ında da bu vardır. Ortak imtihan yapılmalıdır,
başaranlar derece almalıdır,liyakatı olanlar ve sorumluluk kabul edenler, halka hizmet görevlerine getirilmelidir. Çok kabiliyetli olan,sıradan bir insan, kendi gücü ve yeteneğiyle bilge olabilir ve yöneticiliği elde edebilir. Biz aslında insanlara, başarıları dışında bir fark gözetmemeliyiz, ama çok dikkatli olup Allah tarafından doğan farklılıkları da gidermemeliyiz. Mesela,erkek olarak doğan bir insanı kadın yapamayız. Görgüsüz bir ailede doğan, yeterli terbiye ve eğitim almayan bir insanı da alıp bilginler arasına sokmamalıyız. Sonuçta biz farklılık üretmemeliyiz, Allah’ın verdiği farklılığa da saygılı olmalıyız.
Bu bakımdan, ülkemizdeki ilköğretim mecburiyeti, milli eğitimde yapılan seferberliği, eğitimde fırsat eşitliği konularında, Cumhuriyetin hem talihli hem de tarihi atılımlarını herhalde takdir ve şükranla yad etmek gerekir. Bu güzelliklere rağmen ne yazık ki bazı odaklar,İslâmî eğitimi yasaklamışlar,kısıtlamışlar,din düşmanlığını ilericilik saymışlar,aşağılık komplekslerinden dolayı, Batı taklitçiliğine körü körüne saplanmışlar, yozlaşmışlar, bunun suçunu da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sırtına yıkmaya çalışmışlardır. Bu, çok esef verici ve kabul edilemez bir durumdur.
Allah (C.C.) Hazretleri, canlıları ve bu arada insanları, kabiliyetleri bakımından eşit yaratmamış, farklı yeteneklerde var etmiştir. Bütün canlılara kendilerine gerekli olan her şey ve ona göre de bir vazife verilmiştir. Kuşa kanat, balığa yüzgeç, aslana pençe vb…
Fakat, insan , bunlardan çok farklı olarak Allah’ın halifeliği gibi büyük bir fazilet ve sorumlulukla donatılarak yeryüzüne gönderilmiştir. İnsan da rahat edeceği şeyi ve yeri hep isteyip arayıp durmuştur.Bunun için de hedefine ulaşmaya çalışmıştır. Birçok merhaleler kat ederek adım adım uygarlığa koşmuş, sonunda da bunu yakalayı vermiştir.
İşte bu gelinen merhalede, haklı değişim ve değişikliklere öncülük etmede peygamberlerin rolü çok büyüktür. Çünkü uygarlık ekonomik yapı ile değil, sosyal bünye ile sağlanmıştır. Peygamberler, ekonomiden değil, sosyal düzenin düzeltilmesinden işe başlamışlardır. Onlar, İnsanlık Anayasa’sını, gelen İlâhî emirlere göre hazırlamışlardır. Buna göre; Anayasa, hukuki yapıyı düzenleyerek ayarlayacak halk, hukuk içerisinde serbest kalacak halk değişim ve gelişimini kendisi yapacak siyasi erkler, halkın iç işlerine ,ilmine,inancına karışmayacak yalnızca yönlendirici, düzeltici ve destekleyici olacaktır. Hukuk dışına çıkan cezalandırılacak hukuka saygı duyanlar da hür ve rahat olacaklar. Aslında hukuk düzeninin anlamı da budur ya.. İşte hakça bir düzen dediğimiz bu onurlu durum uygarlığı doğuracaktır. Devam edecek.
“ İnsan,tabiatının ve mizacının değil, imkanlarının ve alışkanlıklarının kişisidir. İnsanın alıştığı durum, giderek onun tabii karekterinin yerini tutmaya başlayan bir ahlak,meleke ve adet haline gelir.” İbn-i Haldun
Selam ve saygılarımla …
Akıl ile nakilin bir arada olmasının gerektiği ni güzel yazmışsınız. Sağ ol.